o her zaman beni benden çok bilir, benden çok severdi

99 9 2
                                    

O her zaman; kendinden emin duruşu, yardıma muhtaç birisini gördüğünde bir saniye bile yerinde duramayarak yardım etmesi, her defasında kendini öne atarak arkadaşlarını koruması, çok konuşmasa bile konuştuğunda büsbütün ikna ediciliği ile benim her zaman rol modelim olmuştu.

Tüm bunların yanında oldukça efendi kişiliğine karşın tamamen aykırı giyiniş ve tarzı ise çoğu insan için ön yargı sebebiydi. Oldukça büyük bir ön yargı.

O ise ona söylenilen sözleri çoğunlukla umursamaz, hiçbir karşılık vermeden ortamdan ayrılırdı. Bazen ise gerçekten sinirlendirdi ama bunu anlamak için bile onu çok iyi tanımak gerekirdi. Çünkü o öyle bir kapatmıştı ki kendini, çoğunlukla ben bile anlayamazdım onu. Sadece fark etmeden kasınca ortaya çıkan çenesi onu ele verirdi.

Dediğim gibi oldukça nazik ve bir o kadar da efendi olan kişiliğini örten dövmeleri, piercingleri ve henüz siyahtan başka herhangi bir renk olmayan yine aykırı kıyafetleri ile de aslında bir savaşa giriyordu.

O hep böyleydi. 'İnsanlar senin kişiliğini umursamaz Gguk. Pantalonuna taktığın tek bir zincir bile seni onların gözünde 'sorunlu çocuk' yapabilir.' demişti bir keresinde. Başta onu pek anlamasam da sonrasında tam anlamı ile yüzüme çarpan dünya gerçeklikleri buz kesmişti bedenimi.

O her zaman benim biraz da olsa hayatı tanımamı ve gerçekten yaşamamı isterdi. Ne olduysa bu yüzden olmuştu ama sorsanız şu an bile az da olsa pişman değildi bundan.

Gece başına bir şey gelebileceğini bile bile bir şekilde camıma tırmanır ve beni adeta zindanım olan odamdan birkaç saatliğine bile olsa çıkartır özgürlüğün kırıntılarını tattırırdı.

Motoruna bindiğimizde bile kendini önemsemez bir tane olan kaskını bana takarak hızını da hiç umursamadan basardı gaza Seoul yollarında. Kollarımı açıp bağırdığımda ilk başta kızar sonrasında bir eli ile beni kendine yaslayıp düşmememi engellerken o da bana katılırdı lakin bu pek uzun sürmezdi.

Diyorum ya o hiç açmazdı kendisini dışarıya, kimse de öğrenmeye çalışmamıştı onun içindeki çocuğu. Ben her şeyi yeni yeni fark etmeye başlayıp onu soru yağmuruna tuttuğumda ise yeniden kısa cevaplar verip kaçar diye beklerken hiç beklemediğim bir şey ile karşılaşmıştım:

Sol gözünün pınarından çıkıp onun pürüzsüz tenindeki yolunu hızla tamamlayıp düşen göz yaşı ile..

Oysa ki o hiç ağlamazdı. Dışarıda hiçbir mimik göstermezken benimle gerçekten eğlenirdi. Gerçekten güldüğünü gözlerinden anlayabiliyordum ben onun. Ama işim tamamen çıkan gamzelerindeydi, kendilerini belli ettikleri an dudaklarım ile buluşurlardı. O ise başta şakadan homurdanıp 'hep sulu öpüyorsun' diye dalga geçse de sonrasında yüzündeki gülüşü tebessüme çevirerek yüzüme bakardı.

Bazen öyle bir bakardı ki gözlerimin içine, sanki ben bir şeyler diyordum ama o sesime ihtiyaç duymadan dediklerimi anlıyor gibiydi. Sanki ben içimdeki asıl beni göremezken o görür gibiydi.

Ki gibisi fazlaydı. O her zaman beni, benden çok bilir benden çok severdi.

Ben de onu ondan çok severdim her zaman. Hatta ben onu kendisinin yerine bile sevmeye çalışırdım çünkü küçücük bir karıncaya bile verebilecek sevgisi çok olan bu adamın kendine verecek zerre sevgisi yoktu.

Aynaya pek bakmazdı, giydiklerine önem vermezdi. Oysa ki öyle bir kombinler yapardı ki ben saatlerce uğraşsam öyle kombinler yapamazdım.

Ama önemli olan bu değildi, tekrardan onun ilk ağladığını gördüğüm zamana dönmek istiyorum.

Gerçekten çok şaşırmıştım. Kendini yanımda açardı ama o gülmekti işte bu ise ağlamak. Birbirleri ile aralarında uçurum olduğunu o gün anlamıştım.

Ve asıl anladığım ise kimsenin bir kere bile ona gerçekten 'nasılsın' diye sormadığıydı. Çünkü ben sadece o gün diğer günlere nazaran biraz daha duygu yansıtan gözlerini fark ettiğimde en içlerine bakmaya çalışmış ve ellerini tutarak 'nasılsın' diye sormuştum.

Bu ilişkimizdeki çok farklı bir yere sahip olan bi dönüm noktası olsa da yine de onu ağlattığım için pişman olduğum bir şeydi.

Olmamam gerektiğini ise yine sonradan anlıyordum. Kimse ona sormamıştı ki nasılsın diye, kimse onu gerçekten öğrenmemişti ki. O kendini bu yüzden kapattıkça kapatmış asıl kendisini bile bir odaya kilitledikten sonra kilidi resmen bir denize fırlatarak bulunmaması için derinliklere göndermişti.

O gün sorumun üzerine gözleri resmen titrerken başını eğip uzun bir süre kaldırmamıştı. Bu ise bence 'yanında ağlayabileceğim birisisin ama ben bu kadar güçlü değilim henüz.' demekti. Çünkü o ne kadar sürdüğünü bilmediğim ama kesinlikle uzun olan bir süre zarfı boyunca ağlamış bir kere bile yüzünü kaldırmamıştı. Ne sorularıma cevap vermiş ne de çenesinden tutarak kafasını kaldırmaya çalışan parmaklarıma izin vermişti. Ben ise bir süre sonra bunun bile onun için zor bir şey olduğunu düşünerek onunkinin yanında küçücük duran bedenim ile sarmalamaya çalışmıştım onu.

O kadar kötü bir insandım ki resmen kokusu ile mayışmış o orada göz yaşlarının sonuna gelirken ben uyuya kalmıştım.

Sabah kendimi yatağımda bulduğumda kendime kızarken yanımdaki beden ile irkilerek ona bakmıştım.

Gözlerinin altı ve dudakları hafif şişmiş biraz da kızarmıştı.

Ben ise durduramadığım göz yaşlarım ile onun gözlerinin altından öperken ağzımdan çıkan hıçkırık ile uyandırmıştım onu.

Bir de bu vardı. Kuş uykusu bile denmeyecek kadar hafif olan uykusu... Bu aslında beni çok düşündürürdü çünkü onda kesinlikle normal bir şekilde olmuyordu bu uyanışlar. Belli etmediğini düşünse bile gözleri korkuyla açılır saniyesinde karşısındaki kişiyi ve bulunduğu odayı iyice inceledikten sonra rahatça düşerdi göz kapakları.

Yine öyle bir şekilde uyanınca hafif geri çekilmiştim. Kaşları çatıldığında eli yanaklarıma gitti ve ağzı aralandı.

"Neden ağlıyorsun kookie'm?" demişti uyanır uyanmaz. Sesi yeni uyandığı için biraz daha derin ve pürüzlü gelirken nasıl yeni uyanmış halinin bile bu kadar mükemmel olduğunu sorguluyordum ben de.

"Seni o halde bırakıp uyudum resmen Joon Hyung!" ağladığım için kısık çıkan sesime karşı gülümsemişti. Ayriyeten şöyle bir sorun da vardı, ben onu hyung olarak görmüyordum ki!

Ben altıncı sınıfa gidiyorken o ise lise birde idi. Bir şekilde karşılaşmış ve devam etmiştik arkadaşlıktan uzak arkadaşlığımıza. Başta tamamen onu hyungum olarak görüyordum, ki o yaştayken başka bir şekilde bakmam da pek olası değildi zaten. Ama onun bu halleri beni kendine çektikçe çekiyordu. Ben ise şu an hislerimin farkına varmış olduğum halde ona gidip bunu söyleyemeyecek kadar korkaktım.

Her neyse, önce ağladığı akşamın sabahı var.

Söylediklerimin ardından ağlayışım daha da şiddetlendiğinde başta gerçekten şaşkın bakışlarla yüzüme bakmış sonrasında da beni kendine çekerek sıkıca sarılırken saçlarımı okşamıştı.

"Emin ol böylesi daha iyi oldu güzelim. Hem sen zaten yanımdaydın. Bu seni rahatlatır mı bilmiyorum ama uykuya daldığında bile bana sarılıyor şekilde kalmıştın." demişti. Ses tonunu oldukça sakin tutarak adeta fısıldarcasına konuşurken ben yine mayışıyordum. Ona dair her şey beynimi pelte haline getirmeye birebirdi.

Ben ise sonrasında devam ettirmemiştim bu konuyu. Ona göre böylesi daha iyi olmuşsa bana göre de öyle olmuştu. Gerçekten kırgın olduğu şeylerin olduğunun zaten farkındaydım ama o gece gerçekten anlamıştım ve sonrasında ise yine de sorup deşmemek taraftarıydım.

O günden birkaç gün sonrasında ise yeni bir maceram vardı kendimce.

Joon hyungum gibi kaşıma ve dudağıma piercing taktıracaktım!

w

ışıkların kapalı, duyguların zincirli olduğu günler - namkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin