in the midnight hour, i can feel your power

80 12 0
                                    

Eve döndüğümde iki çift gözün beni rahatsız etmesini istemeden mutfaktan bir şeyler alıp odama geçtim. Oturma odasından televizyon sesi gelmiyordu, bu beni meraklandırsa da ilgilenmemeye çalışıyordum. Odamın kapısını sessiz bir şekilde kapatıp elimdeki tabağı masamın üstüne bıraktım. Sandalyeyi balıkların önüne çekip tabağı aldım ve oturdum akvaryumumun önüne.

Cam akvaryumun içinde tıkalı kalmış balıkların çığlığını duyuyor gibi oldum ilk kaşığımda. Onları izlerken onlar da beni izliyor gibi bir hissiyata kapıldım. Onlara yemini vermeyi unutmuştum, hemen ayağa kalkıp yemlerinden yeteri kadar attım ve elimi üstüme silip geri sandalyeme döndüm.

"Afiyet olsun." demiştim sesimi onların duyacağı şekilde. Balıklarımla bir akşam yemeği yiyorduk, karşılıklı bir şekilde. Ben sessizdim ya onlar sessiz miydi? Ağızlarına alıp geri tükürüyordu biri yemeğini. Sonunda bittiğinde süzüldü aşağı, ben de yemeğimi bitirmiştim.

Bu ev benim fanusumsa ya bu balıklar ne düşünüyordu? Normalde izlemekten zevk aldığım zamanlara kıyasla şimdi bir rahatsızlık duyuyordum. Yatağıma uzanıp gözlerimi kapadım. İlk defa bu kadar rahatsız ediyordu beni akvaryumun motorunun sesi. Sağa sola döndüm gece boyu, uyuduğumda bilinçaltıma işlemiş akvaryumun motorunun sesi yüzünden gözlerimi koca bir su kütlesinin içinde açtım. Suyun içine gömüldüm, karşımda her derine çekilişimde farklı boyutlarda balıkları görüyordum. Bu bir rüyaydı, saçma sapan bir rüya. Gerçekliklerden sıyrılmıştım, suyun kaldırma kuvveti gibi bir bilimselliği yoktu. Derine çekilmeden önce biri kolumdan çekti. Bu bir balık değildi, Jungwoo abi idi. Rüyadan uyandığımda içimdeki burukluk hissini uzun süredir hissetmediğimi hatırladım. Bu rüya hislerimi de etkilemişti. Sabahın erken saatlerinde olduğumuz için şükür duası okuyarak odamdan balıklara bakmadan sessizce çıktım. O içimdeki his beni sürekli düşünmeye itiyordu.

Su bardağına suyu olabildiğince sessiz doldurup içtim. Dolaptan hazır paketli bir yiyecek çıkardım, ağzıma tıkamam saliseleri aldı. Göğsümün arasındaki boşluğa dokundum. Ağzımdaki yemek biterken sıkışmış bölgeye elimle baskı yaptım. Kendimi berbat hissediyorum diye aşılarsam günümü berbat ederdim. Bir fotoğrafın etkisi bilinçaltımda yer edinip böyle günümü mahvedemezdi. Bir suyun sesi beni böyle etkileyemezdi. Bu burukluk, lanet olsun nasıl bir rüyayı hissediyorum?

Odama gidip üstümü değiştirdim. Babamın bana bırakmış olduğu parayı görmem yüzümde bir gülümsemeye sebep olmuştu, şu lanet hissi de atabilseydim keşke... Artık desteklendiğimi hissediyordum. Banyoya gidip yüzümü yıkadım. Hava bugün epey sıcaktı, erken saatlerdi ama sıcaklıktan dolayı saçlarım terden alnıma yapışmıştı.

Berbat ve anlamsız bir rüyadan sonra ancak beni bu kadar iyi hissettiren şey babamın desteği idi. Saçlarımı geriye yatırıp dışarı çıktım. Saat dokuza geliyordu, 7/24 açık marketlerden bir şeyler alıp bana dediği yoldan kafenin yolunu tuttum. Jaehyun bana yolu en basit şekilde tarif etmişti.

Kafenin kapısında durup içeriye göz attım. Boştu. Kapıyı iteklediğimde kitli olduğunu fark ettim. Tam geri adım atıp gidecektim ki personel kapısı açıldı ve Taeyong'un çıktığını gördüm. Koşup kapıyı hemen açtı.

"Günaydın! Erkencisin."

Arkadan bir kız gelip elimdeki poşetleri çekti.

"Tanrı bizi bu poşetlerle mi ödüllendiriyor? Seni kim gönderdi? AY! BU YENİ KRAKER SERİDEN! TAEYONG BAK NE ALMIŞ?! JAEMİN CANIMSIN! Oyuncak benim olabilir mi?"

Kız paketi açtığında "Elbette, sabah sabah aklıma yiyecek bir şey gelmedi..." dediğimde Taeyong kızın elinden çekip sinirle dolu yanağını sıktı.

let's roll ‡ jaejaemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin