Ağrılardan bir dağ geldi, oturdu önümüze.
Ama sen masal kuşlarını küstürme.
Onlar getirecek güneşi, karanlık göğümüze.
Tükenme!
Su durur, Ay unutur, bakışsız kalır deniz. Mavisi solar, mehtapsız kalır aşıklar.
Tükenme! Çarpa çarpa kırar boynunu serçeler, göğsümün kafesinde.
Ritmini yitirir solumdaki kan gölü,
Kurur orada öylece.
Kara çocuk, Tükenme!
Kırılan kemik, atomlarına ayrılar biblo,
tuz ve nar aşkına!
Yani ki, kanayan kolumuz, kanadımız, adımlarımız, dağılan avuç içi haritamız aşkına bitme!
Ki olmaz, olmaz böyle dağılmak.
Sevgilinin saçları rüzgarda dağılır örneğin,
Bi çocuk gülümser, bulutlar dağılır örneğin,
Yok, değil bu benim bildiğim.
Dağılmak, kırılmak, ağrımak başka!
Dünya adaletsiz çocuk, dünya zorba.
Belki eşitleniriz bir gün aşkla.
Bu kekeme, toz ve duman şarkıyı iyi belle;
Öyle durdum ki sana, demirim pas içinde.
İçime susmaktan, derinde besmelem yosun içinde.
Besmelem ki; dağılan, kırılan, ağrıyan.
Kara çocuk, buna amin de.
Kalk, al göğüme bıraktığın yağmurları, al bu satırları.
Ah! Yetmiyor! Yetmiyor hiçbir sözcük iyileştirmeye!
Bi hayali yeniden kurmak için, söz sırası ellerimizde.
Ama ellerin senin; yok! Ellerin gibisi yok!
Değil bu, soğumanın sırası hiç değil.
Düşüp de kalmanın, yıldız saymanın.
Durma! Adı illa ki umut olan bir yarına tay gibi koşmak gerektir.
Unufak olsa da sol yanımız, kara çocuk, sevdayla.