-Sehun-
Çok sıcaktı İtalya. Bu sıcakta kaldığım motelin parasını ödeyebilmek için dans ediyordum sokağın ortasında. Etrafımda insanlar, kulağımda bir müzik, dinlemiyorum ama ayaklarım o kadar alışmış ki kendiliğinden hareket ediyorlar. Komut vermeme gerek yok. Etrafımda insanlar, çok çok kalabalık. Vücudum kendiliğinden dans ederken şapkamın içine bakıyorum çaktırmadan, bomboş. Bu kadar insan bedavaya izliyor gösterimi. Yüzümün hafiften kızarmaya başladığını hissediyorum ama çaktırmamalıyım, çaktırırsam gelmezler bir daha beni izlemeye. Kalabalığa daha fazla dayanamayacağımı hissettiğimde gözlerimi kapatıyorum, herkes müziğe kendimi kaptırdığımı sanıyor ama hayır, ben sadece onlardan kaçıyorum. Bir süre sonra bir ses duyuyorum, çalan şarkıya eşlik ediyor. Kullandığım müzik Korece bir şarkının müziği ve kulağımdaki ses Korece söylüyor şarkıyı. O tını, o ses; kalbim tekliyor, memleketimden bu kadar uzakta yine buluyor beni ülkemden güzel bir insan. Merakıma yenik düşüp gözlerimi aralıyorum. Orada tüm ciddiyetiyle duruyor, önce korkuyorum ama şarkı bittiğinde hilal şeklini almış gözlerini gördüğümde geçiyor bütün korkum. Utançla gülümseyerek etrafına bakıyor, insanların önünde eğiliyor. Onu kaldırmak istiyorum, onlar senin önünde eğilmeli, demek istiyorum ama nafile ne ayaklarım ne de bakışım oynuyor. Sadece ona bakıyorum, kitlenmişim hilal gözlerine başka hiçbir şey çekmiyor dikkatimi; şapkamın içindeki tomar tomar para bile.
Bana yaklaşıyor, kalbim hızlanıyor, bulutlar hızını arttırıyor gökyüzünde; o bana yaklaşıyor, gözlerinde bir tedirginlik, benden korkuyor ama bana yaklaşıyor, etraftaki her şey ağır çekimde; o yalnızca adım atıyor, bana doğru atıyor. Yanıma geldiğinde hala tedirgin biraz da mahcup. Benden izin almadı şarkı söylemek için. Bana bakamıyor çünkü gözlerimi öyle bir dikmişimki üzerine yanlış bir şey yaptığını sanıyor. Bir şey söylemeliyim tam şu an, söylemezsem üzülecek. Ama en son birisiyle ne zaman konuştum? Kelimeler çıkabilecek mi ağzımdan? Yine de deniyorum:
-Ç ç çok g güzeldi.
Ağzına sağlık da demek istedim ama bu kadar çıkmıştı kelimeler ağzımdan. Ona yetti zaten bu iltifatım, kafasını hızla kaldırıp doğrudan gözlerime baktı, yapma kalbim sana koşmak istiyor, diyemedim. Gözlerinin içi öyle güzel gülüyorduki nasıl diyeyim, bakma bana, diye.
-Beğenmene çok sevindim, dedi kocaman dişlerini göstererek. Ellerim yüzüne gitti kendiliğinden. O an düşünmeden hareket etmeye devam etseydim kafasını göğsüme yaslayacaktım kimse görmesin diye ama ellerim yüzündeyken fark ettim ne yaptığımı, yanaklarının yumuşaklığını bile düşünmeme fırsat kalmadan çektim ellerimi, başımı eğdim ama özür dilemedim. O sırada şapkamdaki paralar çekti dikkatimi, şapkamı alırken etrafıma baktım. İnsanların çoğu dağılmıştı, az bir kısmı ise ikinci bir gösteri bekliyordu bizden. Şapkamdaki paralardan motel ücretimi ödemeye yetecek kadar olanı aldım, yemek için bile para ayırmamıştım kendime, kalan parayıysa ona uzattım kafasını salladı "O para senin" dedi. Bu sefer ben kafa salladım işte yine konuşmam gerekiyordu:
-S s s senin sayende, diyebildim sadece. Paraları almayacağını anladığımda cebime sıkıştırdım.
-Bana yemek ısmarla, dedi bir çırpıda. Nereye götüreceğimi bilmiyordum ki, sahi nereye götürülür bu oğlan? Şık bir yere mi? Eğer öyleyse ben bilmem öyle yerleri. Neyseki bu dertten de kurtardı beni:
-Buralarda çok güzel bir restoran varmış oraya gidelim mi?
Bana öyle güzel güzel bakarken nasıl hayır diyeyim sana ben. Kafamı salladım usulca. Önden yürümesi için ona yol verdim ancak o koluma girmeyi tercih etti. Kalbim buna dayanamayacak kadar hızlıydı, sıcak İtalya şimdi daha da sıcak geçiyordu; sadece kemiklerim değil kalbimde ısınmıştı çok uzun zaman sonra....
.
.
.
.Birilerinin kolumdan çekiştirmesiyle fırladım yattığım yataktan. O kadar uzun zaman olmuştu ki rahat bir uyku çekmeyeli, rüya bile görmüştüm. Rüyamda sevdiğimi bile görmüştüm. Onu görürsem belki özlemim geçer diye düşünmüştüm önceleri ama öyle olmadı aksine özlemim pekişti, kat kat arttı, daha çok özlediğimi hissettim.
Gerçekliğe döndüğümde bir el kolumu tutmuş çekiştiriyordu.
-Kalksana uykucu! Daha bizimle tanışacaksın.
Gözlerimi çoktan açmıştım ancak yeni yeni görüyordum etrafımı. Spor dizayn edilmiş çift kişilik bir odaydı uyandığım yer. Koluma bir koala gibi yapışmış çocuksa, Tanrım o çok güzel. Yüzü, gözü, burnu... O çok güzel. Elim kolundaki eline gitti, gözlerim hala yüzünde geziniyordu. Hayır koala değildi o, tıpkı bir köpek gibiydi, sevimli bir köpek. Elini kolumdan çekti.
-Kahvaltıya in bugün oldukça yoğun olacaksın, seni bekliyoruuzzz.
Saçlarımı dağıtmıştı odadan zıplaya zıplaya çıkmadan hemen önce. Tanrım sabah sabah bu enerjiyi nerden bulmuştu bu manyak. Oh bir saniye ben buraya ne zaman gelmiştim? Dün gece SM ile bir anlaşma yapmıştım ve bu gece sıcak bir yerde uyumama izin vereceklerdi. Yalnız olacağımı sanmıştım ama...
Yoksa daha önceden her şey hazır mıydı? Belki de o kadar eminlerdi ki teklifi kabul edeceğimden çıkış yapacağım grubu bile kurmuşlardı ve beni bir tuzağın içine çekmişlerdi? Ah hadi ama Oh Sehun! Sen kimsin de seni tuzağa çekmeye çalışsınlar? Hali hazırda var olan bir grubun yeni üyesi oldun işte, bunda anlaşılmayacak ne var!?
İç sesimle verdiğim savaşın kazananı olurken onu cezalandırmak için alnıma vurmuştum. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp kendime gelmeye çalıştım. Dünkü kıyafetlerim duruyordu, montumu bile çıkarmadan uyumuştum, her zamanki gibi. Ama burası farklıydı, burası sıcaktı. Burada montumu çıkarsam Suho'm bana kızmazdı öyle değil mi?
-Söz veriyorum hasta olmayacağım sevgilim, usulca mırıldanıp yataktan attım kendimi montumu çıkarıp yatağa nazikçe koydum nadide bir parça gibi. Öyleydi de zaten, ondan bana kalan başka bir şey yoktu ki, nadide bir sanat eseriydi montum; sevdiğimin benim için, sevdiği için tasarladığı nadide montum.Etrafıma bakındığımda lavabo olduğunu düşündüğüm kapıya ilerledim, elimi yüzümü yıkayıp hızla aşağıya indim. Zira bende merak etmişim yeni grup arkadaşlarımı.
Masada sadece iki kişi vardı. Birisi az önceki köpek yavrusu diğeriyse kalp dudaklarıyla köpeğe gülümseyen tatlı ama bir o kadar da ürkütücü görünen penguendi(?) Evet evet kesinlikle penguendi çünkü arkasındaki mutfağa giderken yürüyüşünü izlemiştim, kesinlikle sevimli bir penguendi.
Merdivenlerin gıcırtısı köpeğin dikkatini çekmiş olacak ki sandalyede arkasına döndü:
-Sehunn!! Uyanmışsınn nihayett
Sanki az önce kolumu koparacak olan o değilmiş gibi bağıra bağıra uyanmama seviniyordu. Penguen yine paytak paytak yürüyerek masaya yaklaştı köpeğe sert bir bakış attığında o, yerinde büzüşmüş masum bir köpeciğe dönüşmüştü. Sert bakışları bana döndüğünde sevimli bir anne edasına bürünmüştü ve eliyle sandalyemi işaret etti:
-Ne dikiliyorsun orada hadi gel de kahvaltı yapalım.
-Sadece üç kişi miyiz? Diye sordum, afallamıştım çünkü benim bildiğim gruplar daha kalabalık olurdu. Yüzünde gergin bir gülümseme oluştu
-Hayır, bir kişi daha var birazdan gelir, derken sesi kapı ziline karışmıştı bile. Köpek zıplaya zıplaya kapıya gittiğinde ben de sandalyeme oturmuştum çoktan, bir çığlık yükseldi kulaklarımda. Hayır, endişeli bir ses değil daha çok sevinç, şaşkınlık ya da ikisinin karışımıydı. Sonra köpek girdi içeri kucağında dünyalar tatlısı bir kız. İşte o an anladım grubun eksik üyesinin kim olduğunu. Çocuğu hiç görmemiştim ama babasına çok benziyordu. Babasına yani gelmiş geçmiş en iyi vokale, vokal kralı Kim Jongdae'ye benziyordu. Sonra içeri bir ses doldu, tatlı ve muzur bir ses:
-Ya Baekhyun! Elimde poşetlerle bıraktın beni!
Aman Tanrım gerçekten de oydu! Tıpkı eski grubunda olduğu gibi neşeliydi, kocaman gülümsemesi suratındaydı ta ki beni görünceye kadar. Gülüşü yüzünde asılı kaldı. Ne yapacağımı bilemedim, sandalyemden kalktım ellerimi ağzımı kapatırken kekeledim:
-K K kim J J Jongdae?
Tepkim hoşuna gitmiş olacak ki yeniden kocaman gülümsedi hatta homurtulu bir kahkaha bile attı:
-Bir an antifanım olduğunu düşündüm Sehun-ah. Beni korkuttun! Yaklaştı ve omzuma hafifçe vurdu. Yere koyduğu poşetleri alıp yine gür sesiyle bağırdı:
-Kyungsoo-yah! Kyungsoo-yah! Bunları tezgahın önüne bırakıyorum sen ayarlarsın.O masaya döndüğünde çoktan hepimiz minik bebekle ilgileniyorduk. Hiçbirisiyle tanışmamıştım ama hepsini tanıyor gibiydim, sadece isimlerini biliyordum ama şimdiden bir aile olmuştuk. O an aklıma geldi bu küçük prensesin ismi neydi?
-Jongdae-shi, onun ismi ne?
Diye sordum işaret parmağımla güzel saçlı kız çocuğunu gösterirken.
-Oh, sizi tanıştırmadım öyle değil mi? Bu küçük hanım Kim Cheon Sa. Benim küçük meleğim..