Ricordi - 1

94 7 0
                                    

-Sehun-
Hava kararmaya başlamıştı. Yavaş yavaş toplanmalıydım artık. Yerde duran şapkaya eğildim, kağıtları avucumda sıkıştırıp şapkamı kafama geçirdim. Hava gittikçe soğuyordu, artık kalacak bir yer bulmam şart olmuştu.
Kaşe montumun cebine ellerimi sokmuş, ayaklarımı sürte sürte yürüyordum soğuk gecede. Sahilden olabildiğince uzaklaşmalıydım, beni izlemeye gelen birkaç kişi bu gece fırtına çıkabileceğini söylemişti. Gizlice bir markete girmeyi ve geceyi orada geçirmeyi düşündüm ama bu kalıpla bir markette fark edilmeden tüm gece durabileceğimi sanmıyordum.
Sağa döndüm, biraz ilerledim ve sola döndüm, sonra yine sağ. Nereye gittiğimi biliyor muydum? Hayır. Yere sürtünmekten tabanları aşınmak üzere olan ayakkabılarıma baktım, ekmek tekneme, yol arkadaşıma sahi daha fazla yere sürtünürsem ayakkabılarım delinebilirdi. Düzgünce yürümeye devam ettim, eskiden olsa sigara içerdim hem açlığımı da bastırırdı. Ama Suho çok kızmıştı öğrenince. Yemek yemem gerektiğini söyleyip durmuştu. Her şeyden çok özlediğim sevgilimi düşünürken gözlerim doldu yine, gecenin soğuk rüzgarı nemli gözlerime değdikçe gözlerim acıyordu derken midemden sesler yükselmeye başladı, karnım acıkmıştı. Ve bir anda gelen şiddetli baş ağrım. Olduğum yere çöktüm, dizlerimi göğsüme yapıştırmış açlığımı düşünmemeye çalışırken bir yandan başıma masaj yapıyordum. Gözlerimi sımsıkı yumduğumda göz yaşlarım elmacık kemiklerime yuvarlandı. Suho çok severdi onları öpmeyi, kendisinde yokmuş gibi hayranlıkla bakardı elmacık kemiklerime sonra bir anda küserdi bu kadar yakışıklı olduğum için. Kendisinin ne kadar güzel olduğundan habersiz sevgilim bana dert yanardı kıskançlığından. Ya ben ne yapardım? Minicik bir gülümseme bahşederdim ona. O da fazlasını istemezdi zaten, biliyordu elimden gelen bir şey olmadığını. Yine de beraberken nasıl onun yüzünde güller açıyorsa benim kalbimde ormanlar yeşeriyordu, yeni ekosistemler kuruluyordu. Kalbim su altında kalıyor, orada sadece Suho'm yaşayabiliyordu.
Biranda burnuma onun kokusu doldu. Ama onunki gibi değil, onun kokusu ama yabancı. Başka bir tende ama onun kokusu. İçimi bir korku kapladı. Tam şu an başka bir adamın elini tutup başka bir adama güller saçarak önümden geçip gitse ne yapabilecektim ki. Aklıma gelen düşünceyle yutkundum. Koku yayılmıyordu, uzaklaşmıyordu, yaklaşmıyordu. Öyle kalakalmıştı. Özlemiştim içime çekmek istiyordum ama o değildi kokunun sahibi biliyordum. Aynı kokuyu süren başka bir ten olmalıydı bu kişi. Gözlerimi yavaşça aralayıp bana su uzatan ince bileğe baktım. Bir kadına aitti koku. Güzel ve bakımlı bir kadına. Bordo eteği dizlerinin biraz üzerinde, siyah gömleğinin uçları özenle eteğin içine sokulmuş, üzerine kalın ama kibar bir mont almış, kahverengi buklelerini de montunun üstüne salmış, elinde küçük bordo bir çanta, yüzünde anlamsız gülümseme, parmaklarında bileklerinde ve kulaklarında altın renkleri... Şimdi fark ettim de çantasının demirleri de altın rengi. Bu kadar boğmaya gerek var mıydı bu kombini?
-Kıyafetlerimi incelemeyi bitirdiyseniz su içmek ister misiniz bayım?
Sonunda kafamı kadının yüzüne çevirdiğimde bana gülen gözlerle baktığını gördüm. Elindeki su şişesini alıp kafama diktim. O kadar susamıştım ki! Şişe bittiğinde avucumda sıkıp dudaklarımın kenarlarında gezinen su damlalarını kolumun tersiyle siliverdim. Hiç iğrenmedi, tiksinmedi. Aynı güler yüzle bana bakıyordu.
-Karnınız aç mı? Yemekte bana katılır mısınız?
Suho'dan sonra ilk defa birisi bunu sormuştu bana. 'Karnın aç mı Oh Sehun?' Kafamı salladım. Gurur yapacak konumda değildim gidip bir güzel yemek yemeliydim. Sevgilime söz vermiştim.
Uzanan eli tutmak yerine kendi kendime doğruldum. Daha vücudumu dikleştirememişken midem yine isyan bayraklarını çekti. Midem bir mağaraydı ve içeride ayılar çiftleşiyordu. Kadın duymamış gibi yaptı. Sivri topuklarıyla sessiz sokağa kadınlığın imzasını atarcasına yürüdü. Arabasına ulaştığımızda binmem için kapıyı açtı. İçerisi sıcaktı. Çok sıcaktı. Aylardır hissetmediğim kadar sıcaktı. Kalbimi ısıtamamıştı ama kemiklerimi ısıtmaya yetecek kadar sıcaktı. Koltuğa sindiğimde kadın yanıma oturup çalışan arabayı sürmeye başladı. Çok yol gittiğimizi sanmıyorum, tabi içim geçip yolun yarısını uyuyarak geçirmediysem.
Araçtan indiğimde yine o keskin soğuk çarptı bedenime. Kadının yönlendirmesiyle girdiğim restoransa yine sıcacıktı. Böyleydi işte zenginlerin hayatı, soğuk onlara da gelir dokunur ama onlar bir şekilde bundan kurtulur, biz sefillerse dondurucu soğukta bile yaşam mücadelesi veririz. Gerçi Suho bu düşünceme de kızmıştı, her zengin aynı değildir demişti. O hariç her zenginin aynı olduğunu bilmeyecek kadar saftı benim meleğim.
Koluma dokunun narin elle sıyrıldım düşüncelerimden. Beni masamıza yönlendirdiğinde bir garson montumu vermem için bekliyordu. Bense montuma sımsıkı sarıldım. Onu kimseye veremezdim, yoksa üşürdüm. Onu bana Suho'm almıştı, o giderse ben üşürdüm.
Masamıza oturduğumuzda kadının benim için sipariş vermesine izin verdim. Garson başımızdan ayrıldığında masada öne eğildim ve çarpık Korecemle konuşmaya giriştim:
-Benden ne istediğinizi söyleyecek misiniz?
Konuştuğumda kadın kahkaha attı. Samimiyetsiz değildi aksine çok samimiydi, gereksiz ve yersiz samimiyet dolu kahkahasını sonlandırmaya çalışırken fark ettim kısılan gözlerini. "Tıpkı Suho'nun gözleri gibi..." diye mırıldandım duymayacağını sandığım bir sesle. Ama o duydu.
-Onunla gözlerimiz mi benziyor? Onur duydum Sehun Bey.
-Onu tanıyor musun?
-Asıl soru beni nerden tanıyorsun olması gerekmez miydi?
-Hayır. Onu tanıyor musun?
-Kim olduğunu bilmiyorum. Kore kayıtlarında bu isme sahip bir kişiyi bile bulamadım. Suho'nun sizin sevgiliniz olduğunu biliyorum sadece, sizi araştırırken öğrendim.
-Beni niye araştırdın?
-Size bir teklif sunmam emredildi. Bay Lee sizi şirketinde görmek istiyor.
-Ne şirketi? Bay Lee kim?
-Bay Lee bizim CEO'muz. Şirketimizse SM Entertainment. Eğlence sektöründeyiz.
-Eğlence mi? Tam adamını buldunuz cidden.
Benim sesime karşılık onun sesi çok naifti ve yine o narin kahkahasını bahşetti. Yemeklerimiz masamıza gelirken bir sessizlik olduysa da garson gider gitmez sözüne devam etti:
-Yaklaşık bir haftadır sizi izliyoruz. İtalya'dan gelen Kore asıllı bir sokak dansçısısınız. Aileniz oldukça zengin ancak babanız sizi evden sürmüş, İtalya'ya. Beş parasızsınız. Orada bir hayat kurmuşsunuz bir şekilde yaşamışsınız ama sonra aşık olmuşsunuz. Aşık olduğunuz adam için sürüldüğünüz ülkenize geri dönmüşsünüz.
Söyledikleri gerçeklerdi ama benim bunları dinlemeye gücüm kalmamıştı. Yumruk yaptığım elimi sertçe masaya vurdum. Sözünü yarıda kesmek zorunda kaldı:
-Yeter! Ne biliyorsan umrumda bile değil bir an önce konuya gel. Benim yaşadıklarımı bana satma.
Gözlerinden anlık bir korkunun geçtiğini görsem de çabucak toparlandı:
-Sizden yalnızca bizimle çalışmanızı istiyoruz. Dansçı olarak elemelere katılmanıza bile gerek yok Bay Lee geçtiğinizi çoktan onayladı. Ancak sadece dansınızı değil görünüşünüzü ve sesinizi de kullanmak istiyor bu yüzden size bir süre eğitim vermek ve bu eğitimin sonunda sizi bir idol olarak görmek istiyor. Hepsi bu. Bizde staja başladığınızda yiyecek, içecek be kıyafetlerinizi biz temin edeceğiz. Ayrıca yurtlarımızda konaklayabileceksiniz. Çıkış yaptıktan sonra ise size maaş vermeye başlayacağız.
-Bundan sizin çıkarınız ne?
-Halk sizi ne kadar çok severse biz o kadar çok para kazanırız Bay Oh. Teklifimizi düşünmeniz için size zaman vereceğiz. Kartvizitimi takdim edeyim böylece beni istediğiniz zaman arayabilirsiniz.
Çantasına uzanan kadını elimle durdum.
-Gerek yok. Belgeler yanınızda mı?
Kadının gözlerinden geçen şeytani pırıldamayı yakaladıysam da umursamadım. O kağıdı okurken de kendimi 1,5 sene boyunca satarken de aklımda sadece Suho vardı. Artık ona ulaşmam daha kolay olabilirdi.

Ricordi - MemoriesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin