-Suho-
Gözlerimi açmaya çalışıyor ama açamıyordum. Vücudumu oynatmak istiyor ama oynatamıyordum. Hayır, uyumuyordum. Günlerdir yanıma gelip ağlayan annemin sesini duymuştum, Çin'den gelen dostum Zhang Yixing'i duymuştum; küçük kardeşim dediğim Kim Jongin'in ağlayışlarını, Minseok'un onu sakinleştirişini duymuştum, Yeol'un gitar sesini de duymuştum. Ama göremiyordum, gözlerimi açamıyordum. Ağzıma bir şey bağlıydı, parmaklarımda bir şeyler takılıydı, hissediyordum ama göremiyordum. Bugün kaç gün olduğunu bilmeden ilk defa gözlerimi kısabilmiştim. Tam açmam mümkün değildi, etrafımda o kadar çok beyaz ışık vardı ki, tahminen günlerdir kapalı olan gözlerim için bu şiddet çok fazlaydı. Parmağımı yavaşça oynatmaya çalıştığımda güçlü bir el elimi sıktı ve anında bıraktı, birkaç adım sesi ve Zhang Yixing'in sesi duyuldu:
-Doktor! Kendisine geliyor! Hemen buraya gelin!
Hayır, normalde çok kibardı arkadaşım, hatta ilk defa bu kadar emir verici ve sert konuştuğunu duymuştum. Sesinde ciddi bir panik ama bir o kadar da sevinç vardı. Odama geri döndüğünde yalnız değildi.
Gözlerim henüz ışığa alışamamışken gelen doktor reflekslerimi ölçmek için beyaz ışığı doğrudan gözlerime tuttu. Gözlerimi kırpıştırıp kafamı yana döndürmek zorunda hissettim.
Biraz daha alıştığımda gözlerimi biraz daha araladım ve etrafı artık seçebiliyordum.Tahmin ettiğim yer bir hastane olsa da burası daha çok otel odası gibiydi, anlaşılan ultra zengin ailem yine hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Peki ama bana ne olmuştu da bu hale gelmiştim? Vücudum daha önceden de bu kadar ağrıyor muydu yoksa hastanede olduğumun bilincine vardığımda psikolojik olarak mı ağrı başlamıştı?
Gözlerimi etrafta gezdirirken doktorumun gülen yüzüyle karşılaştım:
-Sonunda Junmyeon-shi. 10 günlük uykunuzdan sonunda uyandınız.
Hayır, uyumuyordum demek istedim ama ne gerek vardı ki bunu söylemeye. Ağzımda hala oksijen maskesi takılıyken gülümsemeye çalıştım. Doktor uzanıp maskemi çıkarmamda yardımcı olurken Yixing'in sesi tekrar duyuldu:
-Evet, evet uyandı diyorum ya Jongin. Ne laf anlamaz adamsın. Yahu vallahi uyandı! Aaa ver telefonu Min'e git sümüklerini sil!
Dediği şeylere gülmek isterken on gündür kendi kendine nefes alamayan vücudum minik bir öksürük krizine girdi. Yixing telefonu kapatıp hızla yanıma geldi, elleri elimi bulurken ateş saçan gözleri güler yüzlü doktoruma yöneldi:
-Bir şey yapsana! Adam öksürüyor duymuyor musun?!
O bağırdığında ben daha çok panik olup boşta kalan elimle onu durdurmaya çalıştım.
-Bu çok normal Yixing, ben iyiyim, gerçekten.
Gülümsediğinde sesim oldukça kısık olsada beni duyduğunu anlamıştım. Elleri saçlarımı bulmuştu. Şefkatle bakıyordu yüzüme. Neler olduğunu sormak istedim ama henüz sırası değildi, sadece öyle hissetmiştim.
Çok geçmedi birkaç dakika sonra içeri Jongin salya sümük ağlayarak girdi. Karşısında gözleri açık, ona gülümseyen bir ben beklemiyordu anlaşılan, Yixing ne dediyse de ikna edememişti onu. Kapıda yaklaşık otuz saniye dikilip yüzüme avel avel baktığı sırada Minseok koşarak Jongin'e çarptı.
-Yahu adam, benim bacak boyum seninki gibi iki metre değil neden beni bekl-
-MADEM UYANACAKTIN NEDEN İKİ SAAT ÖNCE UYANMADIN?!
Jongin'in aniden bağırışıyla Min'in sözü, Yixing'in nefesi kesilmiş benimse dudaklarım 'o' şeklini alırken Jongin yatağımın dibinde bitmişti. Kenardaki minik boşluğa kendisini sığdırıp kafasını göğsüme yaslamış, yaşayıp yaşamadığıma bakıyordu aklınca.
-Jongin, iyiyim ben. Yaşıyorum, gerçekten.
Dediğimde kafama hafifçe vurdu. "Tabi yaşıyorsun aptal." demekti bu onun için. Yerinden hiç kıpırdamazken Minseok diğer yanıma gelip elimi tuttu:
-Nasıl hissediyorsun Myeon? İyisin değil mi?
-İyim, merak etme. diyip olabildiğince gülümsemiştim. Açıkçası vücudum biraz ağrıyordu.
-Yeol nerde? Diye sorduğumda Jongin kafasını göğsümden kaldırıp cevap verdi:
-Yarışa gitti pislik. Dedim gitme dedim ama beni dinlemedi. Neymiş bu akşam önemliymiş. Ne önemi olabilir ya?!
Kızmasını önemsemedim, Yeol'du bu, en çok o üzülmüştür ama belli etmeyi sevmezdi hiçbir şeyi, bu yüzden hayatına devam ediyormuş gibi yapardı. Ben hastanedeyken motoruna koşmuş olmalıydı, orada iyi hissediyordu çünkü. Yine de kaşlarımın çatılmasına engel olamadım, gözlerim büyük pencereden dışarı kaydığında gece olduğunu gördüm.
-Saat kaç? Diye sorduğumda gece yarısını geçmiş olmasını beklemiyordum açıkçası. Sanırım bu yüzden Jongin iki saat önce uyanmış olmamı istemişti, nöbetleşe başımda beklemiş olmalılardı.
İçeri giren hemşireyi ve elindeki leziz tepsiyi görene kadar acıktığımı hissetmemiştim bile. Jongin tepsiyi aldı ve yatağımdaki o küçük masayı açıp üzerine koydu. Yemeklerin kapaklarını tek tek açarken Minseok'a baktım:
-Nasıl oldu? neyin nasıl olduğunu bile sormadı. En yakın arkadaşım anlamıştı neyi sorduğumu:
-Havaalanından dönüşte şoför istememişsin, taksi çağırmışsın, taksiye giderken de araç çarpmış...
-Hatırlamıyorum. dedim kararlı bir sesle. Jongin yemeklerimi açmış, kaşığımı çorbayla doldurmuştu. Kenarını sıyırıp çorbayı uzatırken konuşmaya başladı:
-Normalmiş, öyle dedi doktor. Doğal süreçte hatırlamadığın her şeyi hatırlayacaksın merak etme.
-Öyle bile olsa unutmamam gereken bir şey vardı. Ne olduğunu hatırlamıyorum ama çok önemliydi.
Odaya derin bir sessizlik hakim olmuşken ben de yemeğimi bitirmek üzereydim. Unuttuğum şey her neyse benim için çok önemli olduğunu hissedebiliyordum.
Göz kapaklarımın ağırlığına karşı koyamayıp uykuma yeniş düşmüştüm. Çok uyuduğumu düşünmüyordum ancak içeri giren Yeol, peşinden gelen kahvaltı tabağım ve duvardaki saat; saatin sabah 10 olduğunu söylüyordu.
Yeol kocaman gözlerini daha da irileştirerek baktığında kıkırdamadan edemedim. Kepçe kulaklı dev arkadaşımın görüntüsü cidden komikti. Söze gireceği yoktu bu yüzden ben atıldım:
-Yarış nasıldı? Kazandın mı?
Yatağımın ucuna oturup aniden bana sarıldı. Ensemde nefesini hissederken derin bir nefes aldı:-Leş gibi hastane kokuyorsun.
Burnunu kırıştırdığında yüzü daha da sevimli olmuştu.
Bir telefon çaldı ve o an koltukta uyuyan Jongin'i fark ettim. Gözlerini yavaş yavaş açıp etrafına bakındı, yeni doğmuş bir bebek gibiydi, nesneleri öğrenmeye çalışıyordu. Zaman algısı yerine geldiğinde telefona bakmak yerine yanıma gelip elini alnıma koydu. Ateşime mi bakıyordu?
Kafasını sallayıp yalpalaya yalpalaya telefonunu açtı:-Efendim?
Sesi hala uykuluydu. Kimseye söyleyemem ama küçük kardeşim bu haliyle fazlasıyla seksiydi. Telefonla konuşa konuşa dışarı çıkarken ben de beş dakikadır ömrümde bekleyen kahvaltımdan ilk lokmamı aldım. Yeol'sa çokta Jongin'in kalktığı yere oturmuş uyuklamaya başlamıştı.
.
.
.
.
.Biraz kısa bir bölümdü. Umarım beğenmişsinizdir:)