-6-

141 26 13
                                    


Dört genç de gözlerini huzur dolu bir sabaha açmıştı. Ancak iki kişi için bu durum çok daha farklıydı. Saatler önce Hyunjin, Felix tarafından nazikçe reddedilmişti, haliyle ikisi de keyifsiz başlamıştı güne. Bu da şu an kahvaltı masasında oturan herkesi etkilemişti. Aslında çok da gergin bir ortam olmazdı ama Hyunjin'in dramatik hallerine alışamayan Felix bu durumu biraz ciddiye almıştı. Henüz tam olarak birbirlerini tanımadıkları için alışamamış olması da çok normaldi.

"Beni nasıl reddeder ya? İnanamıyorum. Dünyanın en yakışıklı ve sempatik insanıyım."

"Hyunjin, hâlâ yanındayım farkında mısın?"

Masadaki gergin ortam tamamen bitmiş, yerini kahkahalar almıştı. Kaşları çatık olan Felix bile şu an gülüyordu, Hyunjin ise hepsini görmezden gelip söylenmeye devam ediyordu.

Chan ve Changbin ikilisi hallerinden memnunlardı. Gece uzun uzun konuşmuş ve birbirlerine karşı hislerini anlatmışlardı. Changbin uzun zamandır yapmak istediği şeyi nihayet gerçekleştirmiş, uyuyakalana kadar sevgilisini öpmüş ve yumuşacık saçlarını okşamıştı. Chan da memnundu halinden, Changbin onun yumuşak yanını ortaya çıkarıyordu. Onunla her zamankinden daha fazla gülüyor ve çocuksu hissediyordu. Sevgilisinin burnuna kondurduğu minik öpücükten de belli oluyordu bu.

Minho ve Jisung cephesinde ise olaylar çok daha yavaş ilerliyordu. Önce Jisung'un bu olayını çözmek istiyorlardı, sonrasında ne yapacaklarına karar vereceklerdi. Ancak ikisi de bir ilişki yaşayamayacaklarına eminlerdi. Bu yüzden ne olacaksa olsun kafasındalardı, ilişkilerinin bir ismi olmasa da olurdu, anı yaşamak konusunda anlaşmışlardı. Çünkü bu şans ellerine bir daha geçmezdi. Yine de alınan bu karara rağmen huzursuz hisseden biri vardı.

- Minho

"Hayır Changbin, sevgilini yatağıma atamazsın."

Ters ters Changbin'e baktım, aklında onlarca erotik düşünce vardı ve sanki duyamıyormuşum gibi çok daha pis bir hal alıyordu düşünceleri. Ona seslendiğimde yüzünde beliren memnuniyetsiz ifade canımı sıkmıştı ama başka bir sorun olduğunu da biliyordum. Bugün Jisung'un zımbırtısı için üniversiteye gidecektik, bunu ne kadar istiyorsam iki katı kadar da istemiyordum. Çok ironik değil mi? Sadece birkaç günlüğüne hayatımda kalacak biri için bu kadar çabalıyor ve bir saati bir günmüş gibi değerlendirmeye çalışıyordum. Günden güne bağlanıyorum ancak hayatımdan çıkması için ona yardım ediyordum. Gerçekten inanılmaz, tam da beni bulabilecek bir durumdu zaten.

"Sungie, ne yapacağımızı planlamadık?"

Şirin olmaya çalışan bir ses tonu kullanmaya çalışmıştım ama belli ki işe yaramamıştı, Jisung tek kaşını kaldırıp bana bakmış, ardından derin bir nefesle söze başlamıştı. Aklını okuyamıyor olsam bile moralimin bozuk olduğunu anladığını görebilmiştim.

"Laboratuvarın kilidi parmak izleri ile açılıyor, muhtemelen kolaylıkla içeri girebilirim. Yani aksiyon dolu bir olaymış gibi drama yaptım ama bizi zorlayacak olan tek şey oraya ulaşmak. Gerçi bunun güvenlik kamerası, güvenlik görevlisi ve malzemeleri aldıktan sonra bu zamandaki Ji'ye binecek sorumluluğu da var. Tamam, sanırım biraz aksiyon dolu bir olaymış.."

Masadaki herkes sessizce Jisung'u dinlemişti. Hyunjin dalga geçip geçmediğini sorguluyor, Chan başka alternatifler düşünüyor, Changbin ise aklı bir karış havada, düşünen sevgilisini izliyordu. Tam bu esnada masaya oturup ağzına zeytin atan Jeongin hepimizin kafasında bir ampul yakmıştı.

"Bu zamandaki Jisung ile aranda ne fark var? Fiziksel olarak soruyorum. Eğer büyük bir fark yoksa on sekizlik ergenler gibi giyinip çocuk gibi görünerek içeri girebilirsin. Aksiyona gerek kalmaz, kendinden başka kimseyi de tehlikeye atmazsın?"

Jeongin ne kadar süredir bizi dinliyordu bilmiyordum, ancak günlerdir bize en mantıklı öneriyi sunan da kendisiydi. Üzülsem mi yoksa teşekkür mü etsem bilememiştim ama Jisung benim yerime çoktan teşekkür etmişti.

"Süper bir düşünce bu ama boyum uzun ve saçlarım renkli, bir günde nasıl boyum uzayabilir ki? Üstelik sesim eskisinden daha kalın."

"Çok büyük bir fark yoksa topuklu giydim dersin, çok uzun durmuyorsun zaten. Saçlarına da elveda diyebilirsin herhalde? Üstelik sen hiç hasta olmadın mı kardeşim, üşütmüşüm sesim kötü çıkıyor dersin. Parmak izin aynı olduğu sürece istediğini söyle kimsenin umrunda olmaz."

Jeongin çok mu film izliyordu? Yoksa hepimizden daha mı zekiydi? Bütün bunlara inanmasının yanı sıra oldukça çözüm odaklıydı, sanki her gün karşısına bir zaman yolcusu çıkıyor gibi davranıyordu. Gerçi durumumuza bakılırsa hepimiz öyle davranıyorduk, Jisung'un gözümün önünde portal açmasından bu yana bu durumun garipliği üstünde çok durmamıştım, durmaya fırsatım da olmamıştı. Anca filmlerde yaşandığını düşündüğümüz şey başımıza gelmişti ve biz hiçbir olmamış gibi takılıyorduk, ne büyük saçmalık.

Jeongin'in söyledikleri üzerine herkes derin bir sohbete dalmıştı. Ben ise tek başıma sofrayı toplamış, ardından diğerlerinin yanına bahçeye çıkmıştım. Jeongin'in kafasının içinde kırk tilki dönüyordu, ne kadar umursamaz görünse de küçük çocuklar gibi heyecanlıydı, içten içe Jisung ile beraber geleceğe gitmek bile istiyordu ama buna ne ben izin verirdim ne de o cesaret edebilirdi. Bu uçuk olayı günlük bir şey gibi idare ediyorduk ama yedimiz de biliyorduk ki hepimizin hayatı büyük ölçüde değişmişti, kimse eskisi gibi devam etmezdi. Jisung hariç.

"Tamam o zaman, şimdi benim saçlarımı boyayalım. Felix de bizim evden birkaç kıyafet ve okul kimliğimi araklasın, eskiden hep yedekte bir kimlik bulundururdum. Akşam sekiz gibi de tek başıma gider gelirim. Nasıl plan?"

"Bok gibi plan."

Yerimde kıpırdanırken herkesin ters bakışına maruz kalmıştım. Yalan söylemediğim için mi böyle ters ters bakıyorlardı yoksa gerçekten yanlış bir şey mi söylemiştim bilmiyordum. Sadece Jisung'un gitmesini istemiyordum, bencillik olsa da dün gecenin ardından onun gitmesi için plan yapmak bok gibi hissettiriyordu. Zaten herife uyuz oluyordum ona bağlanmaya başladığım için. Hate love falan hikayeydi, düpedüz uyuz oluyordum bu adama.

"Aptal ergen, konuşalım mı biraz?"

Jisung bana döndüğünde yüzümdeki ifadesizlik ile beraber kalkmıştım yerimden. Bahçenin ilerisindeki ağacın dibine yerleşmiş, elimdeki su şişesinden birkaç yudum almıştım. O sırada kulaklarım Jisung'un sıktığı kolpalardaydı.

"Gitmek istemiyorum. Ama gitmezsem her şey daha kötü olacak, geleceği büyük ölçüde etkileyeceğim. Üstelik şu an birine yakalanırsam ne beni ne de bu zamandaki Jisung'u görebilirsin Minho, ikimizi de deney faresi yaparlar."

Haklıydı ve ilk defa birinin haklı olmasından nefret etmiştim. Elimdeki şişeden birkaç yudum daha alıp Jisung'a dönerken içimdeki sıkıntı bir nebze olsun azalmıştı. Çünkü ona bakınca negatif olan çoğu şeyi unutuyordum. İğrenç bir herifti.

"İyi, ne halt yiyorsak yiyelim sonra defol git. Akşam da bensiz bir yere gidemezsin. Ben de geleceğim."

Kulaklarıma dolan gülüş ile tüm ciddiyetim kaçmıştı. Beraber gülmeye başladığımızda başını omzuma, ellerinden birini de bacağıma koymuştu. Her şey iyiydi şu anlık, sadece akşamı beklememiz gerekiyordu. Bu akşamı atlatınca sorunlarımızın -en azından Jisung'un sorunlarının- çoğu çözülecekti.



_____________

slm. fici okuyan kaldi mi diye dusunuyorum. kontrol etmeden attim yanlisim varsa sovmeyin. yaksamlar.

Viatorem | Minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin