Tohum

51 3 0
                                    

Tohum; toprağ ek, sula, bekle, açsın.

Göğe doğru uzanan ağaçların gölgeleri, toprağın üzerindeki bitkileri karanlığa gömerken; güneş, o kalın gövdelerin aralarından sıyrılıp bazı yerleri aydınlığa çıkarıyordu. Rüzgar ile sallanan dallar, yaprakların birbirine dokunduğunda çıkan sesler ve yağmur damlaların yere düştüğünde çıkan ses ormanın derinliklerine işliyordu. Fakat, çam kokusunu bastıran bir koku da havada volta atıyordu.
Kan kokusu...
Koku, toprağın ıslak kokusu ile sarmalanmış ve etrafa nahoş bir kokuyu bırakıyordu. Ağaçların arasından gelen hışırtılar artarken, tırnakları bodur olan kanlı parmaklar ağaçların gövdelerine dokunuyordu. Bazı yapraklar kana bulanırken, yaprağın üzerindeki yağmur damlaları ile can buluyor ve kana bulanmış yağmur damlası toprağa düşüyordu.

Ağaçlar seyrekleşip etrafı ağaçlar ile çevrili bir açıklık meydana çıktı. Kız, bitkilerin arasından bu açıklığa çıkarken nemli toprağın üzerindeki büyük taşı görmedi ve tökezleyerek öne doğru hızlı adımlar atmak zorunda kaldı. Ağzından çıkan iniltiyi engelleyemedi ve ellerini karnına daha da sıkı bastırdı. Gözlerinin önünde beliren siyah benekler karanlığı ağırlarken yine de ileriye birkaç adım attı. Nemli zemin ayağının altından kaydı ve dizlerinin üzerine çöktü. Kızın dudakları düz bir çizgi halindeydi. Boynundaki damarlar belirginleşmişti. Gözleri sımsıkı yumuluydu ve başındaki ağrı ruhunda da şiddetlenerek büyüyordu. Çığlık atmak istiyordu fakat bir karabasanın kurbanını ele geçirdiği gibi eylemsiz kalıyordu. Yüzünü yalayan rüzgâr, önüne düşen saçları geriye atarken küle dönmüş derisi boşluğu hissetti. Çenesi dikti. Yumduğu gözlerini açarken tüm renkler, gür kirpiklerinin arasından öyle bir sızdı ki ilk başta cisimleri seçemedi. Sonra, ağaçların uçlarının gök kubbe ile birleştiğindeki ahengi yakalarken çiseleyen yağmur damlalarını gördü. Gökyüzündeki maviliği daha önce hiç bu kadar fark etmemişti. Bu mavi, özgürlüğünü ilân etmiş ve mürütlerini topluyor gibiydi. Gökyüzünde süzülen kuşun, kanat çırptığında ve ileriye doğru rüzgârı kucaklamasını hayranlık ile süzdü ve aynı anda yüzüne düşen yağmur damlasının soğukluğunu hissetti. Ürperdi. Sanki bir yabancının dokunuşu gibi, kalbi sıkıştı. Durdu, kendini ve ruhunu yaralayan her şeyi bir nefeste ciğerlerine doldurdu. Kendini toprağın kokusuna bıraktı. Sırt üstü uzandı. Sanki bir tohum gibi ekiliyordu toprağa. Acının tohumu.

Özgürlüğün, ruhuna sarılmak istedi. Acı hiç bu kadar keskin olmamıştı. Göğsünden aşağıya akıyor, yalnızlığı ona eşlik ediyor ve burnuna gelen nahoş kokuyu görmezden gelmeye çalışıyordu. Gözyaşları, yanaklarından aşağıya süzülüyor. Yağmur bedenini ıslatıyor ve gökyüzü bir filmin sonunun geldiğini söyler gibi kararıyordu. Kız, dişlerini sıka sıka ağlıyor. Sessiz çığlıklarının belki de yakarışlarının fırtınası kalbinin derinliklerinde bitmiyordu. Kızın bedenin de yaralar; ruhunda çürümüş kemikler vardı.

Saniyeler engellere takılmış gibi ilerliyordu. Bu ağır ilerleyişte kız ölümü kucaklayacağını biliyordu. Buraya nasıl gelmişti? Kimdi? Neden ölüyordu? Neden kanlar içinde kalmıştı ve neden ormandaydı? Sorular, nasıl da birikiyor... Bazen sadece olur.

Hayat; böyledir. Yaşamak istersin, değişmek istersin. Ruhuna tohumlar eker, güzelce büyütürsün ve sonra elini kolunu sallayarak hayat gelir, dağıtır, çürütür ve yok eder.

Sahi ya neden buradasın küçük kız? Neden acılarını toplayıp, çürüklerin ile yığılmış durumdasın?

Ölüyorsun, küçük kız.

İzle kimsenin gelmeyişini,
izle kararan gökyüzünü. Işıkların sönüşünü...

Bak, nasıl da ölüyorsun? Ruhun parçalana parçalana, nasıl da kayboluyorsun... Bak, kimse duymuyor seni.

Kız, gözlerini kapattı. Bazen, gözlerini açtığınız da yakasına yapıştığınız geçmişte olmak isterseniz. Kız, orada olmak istedi.

Ayın takip ettiği gece olmak istedi, istedi ve istedi. Gülümsedi. Anılarında ki geceye gitti.

"Arabaya bindi, arabaya bindiğinde ilk yaptığı şey gecenin karanlığında, ayın arabanın hangi penceresinden görüneceği bulmaktı. Oturdu, gözlerini aya dikti. Bazen beyaz, bazen sarı, bazen büyük ve bazen küçük olan ay büyük sarıya çalan rengiyle onunla yolculuk etti. Araba, yeni sessizliğe gömülmüş şehrin canlı sokak lambalarını aşa aşa karanlığın - ki hiç bu kadar karanlık görmemişti- içine daldı. Kız, ayın kendisini takip etmesini seviyordu ve ona eşlik eden yıldızları da...

Araba durdu, inildi, merdivenler çıkıldı. Kız, başını kaldırdı. Hayatında görmediği kadar yıldızı o gece gördü. Büyülendi, gözleri doldu."

Hıçkırıkları arttı. Yumduğu gözlerini açmak istemiyordu. O gün merdivenleri çıktığı o balkonda durmak istiyordu. Gözlerini açtığında aklının alamayacağı yıldızları görmek istiyordu. Karanlığın, zifiri karanlığın, içindeki parıl parıl parlayan o yıldızları tekrar görmek istiyordu ve olmayacağını bile bile olacakmış gibi gözlerini araladı.

Bulanık gözlerinin gördüğü bir gökyüzünün soğuk hali, karanlık maviye eşlik eden bir yıldız bile yok. Hayat işte. Sana gökyüzünün gerçek yüzünü sermez. Hayat işte. Görmen gereken sadece bir keredir. Tekrarlamaz.

Kız soğuk teninde akan sıcak kanı hissediyordu, yoksa hissetmiyor muydu? Titriyor. Nemli toprağın soğukluğu kalbini sızlatıyordu.

Ölüyordu. Sessiz sessiz ölüyordu. Sessiz sessiz haykırıyordu.

Zihninin içinde dolanmış sarmaşıklar, gevşiyor ve yavaş yavaş yapraklarını döküyordu. Elleri titriyor. Bu karanlık ormanda ne işinin olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Kendini yıldızları görmeye geldim diyerek ikna ediyor, sonra bayılıyordu. Dakikalar dakikaları kovalıyor, ölüyor ve ölüyordu.

Gözlerini açıyor, görmek istediği yıldızların ahengi onu karşılamadığı tekrar gözleri kapanıyordu.

Saniyeler, saniyeleri kovaladı. Dakikalar dakikaları ve kız gözlerini uzun süre açmadı.

Tohum kapandı.

Bir daha açılmamak üzere,

TohumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin