Kurumuş yapraklar ayaklarının altında çatırdarken kısa patika bitmek bilmedi. Mezarlığa girdiğinden beri avuçları terliyor, göğüsü sıkışıyordu. Neredeyse bir yıl olacaktı... Güzelliğiyle kendine şiirler yazdıran Jeon Jungkook bu dünyadan göçeli bir sene olacaktı. Beklenildiği gibi bitkin vücudu hastalığı yenememişti.
Taehyung'a sorsanız, çok iyi hatırlardı o günü. Jungkook evlenmeden önce ikili hakkında çıkan dedikodular bütün kasabaya yayılmıştı. Elbette ki canezeye katılması doğru olmazdı... O da evin bitişiğindeki ormana sığınıp cenaze törenini oradan izledi. Tanrı şahit ya, avazı çıktığı kadar bağırmamak için zor tuttu kendini. Ardından, kasabadaki mezarlığına defnetmişlerdi cenazeyi. En zor kısmı da buydu. Herkesin dağılmasını bekledi Taehyung. Ardından mezarın başına oturdu sakince. Jungkook pek varlıklı değildi, o yüzden mezar taşı yoktu. Bir tahta parçasının üstüne kazınmıştı o ahenkli ismi. Taehyung ince parmaklarını tahtanın üstünde gezdirdi. Nasıl bu hâle gelmişlerdi..? Sevgilisinin yeri kolları değil miydi? Öyleyse, şimdi niye toprağın yedi kat altındaydı? Taehyung sustu. Ne konuştu ne de ağladı. Sakince toprak yükseltisinin dibine kıvrıldı. Ve o geceyi sevgilisinin yanında geçirdi.
Mezara vardığında gözyaşlarını tutmak için dişlerini sıktı.
"Bunları size getirdim..."
Elindeki beyaz güllere bakıp bir gülü Jungkook'un diğeri gülü Taehyung'un mezarına bıraktı. Daha fazla dayanamayacaktı. Gözyaşları pınarlarından dökülüp dolgun yanaklarına süzülürken hıçkırıkları onu takip etti.
"Ben... Hâlâ alışamadım..."
Park Jimin kabullenememişti. Hırsının iki gencecik ruhu ne hâle getirdiğini kabullenememişti. Taehyung, Jungkook'tan tam bir hafta sonra vefat etti. Mezarlıkta kaldığı gece kar yağmıştı. Tütün ve alkolden organları zaten zayıf olan Taehyung, bir haftadan fazla dayanamamıştı.
Jimin derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı.
"Siz... Orada birlikte misiniz?"
Bir sene geçmesine rağmen üzerinde yazan adlar silinmek üzere olan tahta parçalarına baktı. İçi kavruluyordu.
"N'aptım ben böyle..?"
İki mezarın arasına çöktü. Artık bedeni bile kirli ruhunu taşıyamıyordu. Gözleri iki mezar arasında mekik dokudu.
"Beni affetmemeliydiniz..."
Gözyaşları şiddetlenirken kafasını hızlıca iki yana salladı.
"Hayır! Affetmemeliydiniz! Ben... Ben bu yükün altından kalkamıyorum. Yaptıklarım yetmezmiş gibi... Bir de beni affediyorsunuz! Bu çok ağır geliyor... Öyle bir illet ki bu baktığın her yerde sizi görüyorum şimdi. Anılar ne gece ne gündüz tanıyor. En ufak şey sizi hatırlatıyor. Tanrım..."
Yüzünü sıvazladı ve hiddetle başını kaldırıp Jungkook'un mezarına baktı.
"Neden kızmadın bana? Neden tek kelime etmedin?! Neden 'Nasıl bizi ayırmaya cürret edersin' diyemedin?!"
Ardından Taehyung'un mezarına baktı.
"Peki sen? Hadi Jungkook naifti, kimseden nefret etmez, kızamazdı. Sen niye durdurmadın beni?! Neden aklımı başıma toplatmadın?"
Çaresiz bir feryâd koptu boğazından. Fakat çok geçmeden sakinleşti.
"Ben yalnız kaldım. Siz gittikten sonra... Ben çok yalnız kaldım."
Belki de şu ufacık yerde bir başına tıkılıp kalmasaydı. Şu an bu mezarlıkta olmazdı. Arkadaşlarına ihanet etmiş ve bedelini çok ağır bir şekilde ödüyordu. Şimdi, şuracıkta o ölse cenaze törenine katılacak bir seveni bile yoktu.
"Siz en çok birbirinizi sevdiniz. Ben ise..."
Durakladı. Önce dili varmadı söylemeye.
"Ben ise kıskandım. Çok kıskandım. Günlükler tuttum. Her gün sizi nasıl paramparça edeceğimi düşündüm."
Jungkook'a baktı.
"Sana olan nefretimi kustum."
Taehyung'a baktı.
"Sana olan aşkıma şahit oldu satırlar."
Ardından başını yere eğdi.
"Gerçekten değdi mi bütün bunları yaptığıma..? Yine siz birliktesiniz. Yine ben yapayalnızım."
Ne derse desin bir türlü içindeki ateş sönmüyordu. Yalvarışları ne Taehyung'u ne de Jungkook'u geri getiriyordu. Yalnız kalmamak için yaptığı hinlikler onu bir başına bırakmış, en büyük korkusuyla yüzleştirmişti.
Titreyen bacaklarıyla ayağa kalktı. Hem soğuk hem de omurgasına tırmanan pişmanlığın ağırlığıyla zar zor ayakta duruyordu. Son kez iki mezara baktı.
"Bu aşkın kazanmış hâli mi?"
Kafasını iki yana salladı ve arkasını dönüp aksak adımlarla çıktı mezarlıktan çıktı.
***
Jungkook, gür bir kahkaha atıp bedenini Taehyung'a devirdi. Sevgilisi kollarını hemen etrafına sarıvermişti.
"Sonsuza kadar? Öyle mi Kim Taehyung?"
Taehyung sessizce güldü.
"Öyle. Bir sorun mu var? Yoksa kalbinde beni koyacak yer kalmadı mı?"
Jungkook kafasını kaldırıp tutkuyla aşığına baktı.
"O nasıl söz öyle Taehyung? Nasıl olur da sana yer kalmaz aciz kalbimde. Ce cœur t'appartient. Tu sais, mon amour."
Taehyung, Jungkook'un göğsüne bir öpücük bıraktı.
"Biliyorum, sevgilim. Biliyorum. Ma belle fleur t'automne..."
Jungkook kıkırdadı. Sarhoşken çok gülerdi.
"t'automne değil, d'automne."
Sanki çok komik bir şeymiş gibi kahkaha attı.
"Şapşal seni."
Taehyung gülerken onu iyice kucağına çekti ve battaniyeye sıkıca sarılıp yaktıkları küçük ateşi izlediler. Jungkook ince dudaklarını kıpırdattı.
"Toujours."
-final-