Zavallı kadın kucağında ki uyuyan minik bebekle karları ezerek yürüyordu. Hava o kadar soğuktu ki kadın, bebeği tutan ellerini hissetmiyordu bile.Kar tam da yağacak günü bulmuştu!Kızı büyüyünce ondan nefret edecekti ama en azından kar yağmasaydı. Küçücük bebek yerde hasta olacaktı. Ne kadar terk edecek de olsa anne yüreğiydi bu... Aklı kalacaktı bebeğinde. Yürüdüğü karanlık, ıssız sokakta rastgele bir yer arıyordu kadın;kızını emanet edebileceği sıcak bir yuva. Ama bilmiyordu ki zamanında kızı, bu evden gidebilmek için her şeyi yapacaktı...
Önüne bir apartman dairesi çıkınca sevindi. Daha gördüğü ilk an kararını verdi. Kızı buraya bırakacaktı. Apartmanın siyah korkuluklara benzer kapısını ses çıkarmamaya dikkat ederek ittirdi. Aceleyle etrafını taradı. İçeri girince bir bahçe karşılamıştı onu. Çiçeklerle donatılmış kısa bir koridor. Koridor bitince asıl kapı meydana çıkıyordu. Yine siyahtı ama bu sefer çelikten yapılmıştı. Kapının hemen yanında on adet zil bulunuyordu. İsimlerde gözlerini gezdirdi.
Ahmet Kor
İçinden bir ses bu kişinin doğru kişi olduğunu söyledi. Belki de en yanlış aileyi seçmişti...Diğer zillerin üstünde isim yazmıyordu. İçinde biri yaşamamasına karşın risk almak istemedi.
Kızına döndü bakışları. Sıcak nefesinin buğusu havaya karışırken son kez baktı ona. Gözleri doldu. Aynı babasına benziyordu. Siyaha çalan gür kumral saçlar. Bakmaya doyamadığı koyu yeşil gözler...
"Keşke..." diye fısıldadı"Keşke farklı şartlarda, farklı yaşamlarda doğmuş olsaydın."
Küçük kız annesinin sesini duymuş gibi gözlerini açtı. Annesini görünce gülümsedi. Annesi de ona gülümsedi. Çok farklı gülümsemelerdi bunlar. Biri yaşam doluydu, hayattan habersiz masum ve gerçek bir gülüş. Diğeri ise çaresizdi, hayatın acımasızlığını bilen sahte bir gülüş.
Son kez fısıldadı kulağına, "Hep mutlu ol... Böyle bir hayatta doğmana karşı inatla mutlu ol. Seni çok seviyorum kızım... Baban yaşıyor olsaydı-" kadının sözlerini itaatsiz gözyaşları kesti. Burnunu çekti. Şuan ağlamamalıydı. Kız, annesinin yaptıklarını kopyalayan bir robot gibiydi. O da ağlamaya başladı. Gecenin sessizliğinde incecik sesi göğü delecek kadar yüksek desibeldeydi. Annesinin gözleri birinin onları duyabilecek olması düşüncesiyle kocaman açıldı. Hemen kızı kollarında sallamaya başladı.
"Şışh. Tamam ağlama. Ağlamıyorum bak." Göz yaşlarını omzuna silmeye çalıştı. Kucağında bebek varken hareket etmek oldukça zordu. Hoş, ne kolaydı ki zaten?!
Kısa süre sonra ağlama sesi kesildi. Küçük ciğerlerine sesli bir şekilde hava çekti. İç çeker gibi...
Kalın battaniyelere sarılmış ufacık bedeni soğuğa dayanamayıp tekrar uykuya daldı.
Kadın yavaşca dizlerinin üzerine eğildi. Bebeği çelik kapının önünde ki paspasa bıraktı. Ne de gurur kırıcıydı! Kızın annesinden nefret etmesi için ilk sebep ortaya çıkmıştı bile.
Kolları hafifleyen kadın derin bir nefes aldı. Düşürmemek için özen gösterdiği cebindeki mektupları çıkardı. Dört adet mektubu battaniyenin içine görünecek şekilde yerleştirdi. Diğer cebinden bir not kağıdı çıkardı. Kağıdı titreyen parmaklarıyla sevdi. Onu da bebeğin karnının üstüne yerleştirdi.
Yine ağlıyordu. Haklıydı. Dokuz ay karnında taşıdığın çocuğunu bırakmak kolay olmasa gerekti. Ama işte doğurmakla anne olunmuyordu...
Titremesi şiddetlenirken doğruldu. Melek gibi uyuyan kızına uzaktan el salladı.
Ahmet Kor yazan zile bastı. Ardından koşarak apartmandan çıkmaya yeltendi. Yeri döven ayak sesleri kadar ses çıkartıyordu hıçkırıkları...
Öbür taraftan bebeğin yeni ailesi, Ahmet Kor isminin sahibi, zil sesiyle uyandı. Korkarak yerinde doğruldu. Gecenin bu vakti çalan zil hayra alamet olmazdı. Hemen, yanında ki karısını dürttü.
"Necla, uyan. Kapı çalıyor."Uyanmayınca tekrar dürtükledi. Karısı uyku mahmurluğuyla gözlerini kırpıştırdı.
" Noluyor? Ne uyandırıyorsun beni bu saatte?! "
" Kapı çaldı. Kalk bakalım. Biri bu karda kıyamette yolda kaldı herhalde."
Necla ofladı. Gözlerini ovuşturdu. Uyanınca daha da sevimsiz olmuştu.
Karanlıkta terliklerini buldu. Ayağına geçirdi. Senkronize şekilde ayağa kalktılar. Odanın kapısını açtıklarında gıcırtıya benzer bir ses çıkmıştı.
" Yavaş olsana! Mine'yi uyandıracaksın. Daha yeni uyudu zaten." kadının öfkeli sesiyle adamın bakışları kapının yanında ki beşiğe kaydı. Bir yaşlarında ki kızları neyse ki uyanmamıştı.
Sessiz ama hızlı adımlarla dış kapıya yöneldiler. Adam kapıyı açtı. Kimse yoktu. Necla kaşlarını çattı.
" Ne o bey, şimdi de yaşlılığından olmayan sesler duymaya mı başladın?"
Sinir bozucu sesiyle söylediğinin komik olduğunu düşünmüştü.
Adam sıkıntıyla iç geçirdi.
"Dışarıdan bastılar herhalde. Sen burada bekle ben bakıp geleceğim."
Hızla ayakkabılarını ayağına geçirdi. Merdivenleri çıktı.
Çelik kapıyı açtı. Sağa sola bakındı. Kimsenin olmadığını düşünüp kapıyı kapatacaktı ki aşağı bakma ihtiyacı duydu.
Belki de hayatının şokunu yaşamıştı!
Küçücük kız bebek üstünde deste mektup ve not kağıdıyla bu soğukta yerde öylece uzanıyordu.
Üstünde ki şokla yere eğildi. Not kağıdında üç kelime vardı. Kısa ve öz.
İsmi;Arjin Ahdar.
Adam endişe ve korku karışımı bir duyguyla etrafına bakındı. Kim bırakmıştı bu soğukta bu yavrucağızı?
Binanın içinden Necla'nın kısık sesi duyuldu.
"Kimmiş?"
Ahmet cevap veremedi. Onu orada öylece bırakamazdı. Vicdanı el vermezdi. Onun da böyle minicik bir kızı vardı. Mine'yi sokakta bu şekilde bulabilme düşüncesi bile içini burkmuşken nasıl kıyardı bu miniğe?
Kararını verdi. İlk önce küçük Arjin'i kucağına aldı. Ardından mektupları cebine koydu. Bebek Arjin uyanır gibi olsa da sıcak kollar sayesinde gözlerini kapattı.
Necla merakla Ahmet'in gelişini bekliyordu. Ahmet merdivenlerden indi. Necla'nın karşısına kucağında ki bebekle dikildi.
Dehşet dolu bir kısık bir çığlık yankılandı binada.
"B-bu ne?!" Şaşkınlık onu öylesine ele geçirmişti ki sesinin yüksekliğini farkedip kısamıyordu bile.
"Kapıya bırakıp gitmiş vicdansızlar. Kim olduğunu göremedim. Sadece bu bebek vardı. Bir de mektup bırakmışlar."
Ahmet içeri girmeye yeltenince Necla onu durdurdu.
"Onu eve almayacaksın. Değil mi?"
Ahmet kızgınlıkla ona baktı.
"Napalım Necla? Çocuğu sokağa mı atalım karda kışta? Bırakanların vicdanı yoksa bile benim var. İnsanlık öldü dedirtmem!"
Necla ağzını itiraz etmek için aralayacaktı ama Ahmet lafı ağzına tıktı.
"Sütten kesilinceye kadar bakarız. Sonra ihtiyaç sahiplerine veririz. Olmadı yetimhaneye."
Necla bebeğe iğrenç bir çöpmüş gibi baktı.
"Ben buna bakmam. Benim kızım bana yetiyor zaten. Git başka birine ver! Hem düşün mahalleli ne der? Sokakta ki mikroplu bebek alın-"
"Elalem umrumda değil! Bakacağız dediysem bakacağız. Mine'yi bu yavrucağızdan ayırmayacağız!Her ihtiyacını karşılayacağım ben."
Necla'nın yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilse de sustu. Ahmet inatçının tekiydi. İnandığı değerler uğruna ölürdü de fikrini değiştirmezdi.
"Huyun kurusun!"diye fısıldadı ama Ahmet duymadı.
O gece Arjin'in yeni ailesiyle ilk tanışma merasimi gerçekleşmişti. Sonradan bu ev ona zindan edilecekti. Hıçkırıkları, çaresizliği ve acısı duvarlarda yankılanacaktı.
Annesinin onu bu evin önüne terketmesi yerine ölüme terketmesini yeğleyecekti.
Ama her zaman her zerresiyle bu evden,onu doğuran kadından, onu büyüten kadından ve Mine'den ölesiye nefret edecekti.
Sadece üvey babasını sevecekti... Ama hayat bu, tek sevdiği insan da ölümcül hastalığı nedeniyle elinden alınacaktı...
Arjin Ahdar, dört mektupla kapı önüne bırakılmış yetim kız, isminin anlamını taşıyarak yaşam ateşi olabilecek miydi? Yoksa terkedildiği gün ki gibi karanlık onun ateşini söndürcek miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAM ATEŞİ
ChickLit"Ateş olmayan hiçbir şey seni yakmaz." dedim. Başını onaylamadığını belirterek iki yana salladı. "Dengini gören her alev küçük bir tutuşmayla bile yanar." Gözlerime baktı. Bir adım atıp aramızda ki mesafeyi eksilere indirdi. Kokusu burnuma dolarken...