[5 yıl sonra]
"Hayat nedir? Ya da ne olmalıdır?
Yaşam ne için vardır? Ne için yoktur? Düşündünüz mü? Odama tıkılıp kaldığım zaman başımı tavana döndürüp sorardım kendime; ne için, bu hayatı yaşıyorum?
Sonra bunu sormanın çok aptalca olduğunu söyledim kendi kendime. Önemli olan ileri gitmek dedim ancak nereye gideceğimi bilmeden yürümek, alabileceğim en kötü karar oldu.
Lise yıllarımda, bir topluluk tarafından tanınmayacak hale gelecek kadar dövüldüm. 6 buçuk ay, hastanede yattım. O hastane duvarlarında düşünmek için bolca vaktim vardı. O iğrenç tanıdık koku, üst üste serumlar, değiştirilen alçılar, fizyoterapiler..! Her şey, bana düşünme fırsatı sunuyordu.
Dedim ki; hayat bu kadar zor olmamalı. Bu hayatı yaşıyorsam, bu kadar zor olmamalı. Ancak hayır, zorluklarla öğreniyor insan. Eğer o hale gelmeseydim, hastane duvarları arasında öğrendiğim şeyler aslında hiç var olmayacaktı ki ben hayatın gerçeklerini orda gördüm.
Bir çocuk vardı, benden çok daha küçük, kanserdi. Benimle aynı odada kalıyordu. Karşımda ise yaşlı bir teyze vardı. Kalp hastasıydı ve sürekli kalbi dururdu. Gözümün önünde kaç kez hayata geri döndü. Onu çok severdim. Her doktorların kalbine uyguladığı baskıdan derin bir nefes alarak gözlerini açtığında, hayatın bitmesi ne kadar da kolaymış derdim. Hayatı yaşaması bunca uzun ve zorken, hayatın bitmesi ise bu kadar kolay. Her şeyin bir anda silinmesi, arkanızda bıraktığınız insanlar, bedeniniz.. Bu kadar kolaydı. Ardında ne bıraktığının önemi yoktu çünkü sadece sen gidiyordun. Onca yıl sefalet veya bolluk içinde yaşayıp, her daim kendini insanlardan ayrıştırıp, yine ve yine tüm insanların buluşacağı yere gidiyordun.
Para pul mal varlık sevgi emek karşılık, her şey anlamsızdı artık. Çünkü gitmiştin. Bitmişti her şey. Bedenini dahi burda bırakıp sadece bir ruh olarak gittin bu dünyadan.
O teyze, ismi Shin Yuna'ydı, gözlerimin önünde vefat etti. Kalbi durmuştu ve bu sefer doktor onu kurtarmak için her zamanki gibi çabalamamıştı.
Onun doktora fısıldadığını duydum; artık yaşamak istemediğini söylüyordu. Ne kadar torunu, evladı, parası pulu varsa da umurunda değildi, artık yaşamak istemiyordu. Bu yeterliydi. Bir sebep sayılabilirdi elbette.
Velhasılı kelam, sorgulayın. Her şeyi sorgulayın. Amacınızı bulmalısınız. Nereye gittiğini bulmalısınız. Her ne kadar hayat iyi kötü sürprizlerle dolu olsa da, siz bu hayata bahşedilen en büyük sürprizlersiniz."
Felix ayağa kalkarak alkışlamaya başladı. Ardından coşkulu sesler, el çırpmalar tüm salonu doldurdu. Kürsüdeki Chan gülümseyerek minnettarlığını belli edercesine selam verdi topluluğa. Kürsüden aşağı inerken Felix mutlulukla yanına yaklaşmıştı. Ellerini Felix'in beline attığında birkaç kameraya yakalandılar.
Salondan çıkış yaptıklarında beyaz kalabalık koridordan geçip aşağı kata indiler. İkisi de siyah takım elbise giymişti ve tamamiyle yakıyorlardı.
Çıkış yaptıklarında arabalarını bir dakika içerisinde getiren güvenliğe baş selamı verip arabaya geçtiler. Chan sürücü koltuğuna derin bir nefes alarak bıraktı kendini. Felix ise hemen bacaklara attı elini ve vurdu hafifçe.
"Hanimiş benim tatlı yazarım?" diyerek Chan'ın yanaklarına ve dudaklarına öpücükler kondurdu. Chan gülerek onun dudaklarına karşılık verdiğinde geri çekilmişti.
"Bebeğim o nasıl konuşmaydı öyle? Yaktın geçtin beni.."
"Ahh sadece doğaçlamaydı. O kadar da iyi değildi bence."
"Lütfen ağzını açma Chris. Tam anlamıyla mükemmeldin hayatım."
[...]
"Chris, neyle meşgulsün?" dedi Felix kapıyı tıklatarak.
"Yazmakla." dedi içerideki Chan'ın sesi.
"Yemek hazır hadi gel artık. Kaç gündür o odadan çıkmıyorsun."
"Tamam gelirim."
Felix iç çekerek uzaklaştı kapıdan. Kurduğu masaya geçip yemeye başladı. Artık onu beklemeyecekti. Çünkü zaten gelmiyordu.
Kırmızı şarabından bir yudum aldı.
Sevgilisi, Bang Christopher Chan ünlü bir yazar olup çıkmıştı. Tek bir kitaptı sadece, ancak satış rekorları kırmış, bir sürü dile çevrilmişti. Chan popülerliği nerede olursa olsun yanında hep Felix'i de taşımıştı ancak şimdilerde aralarına ufak bir soğukluk girmiş gibiydi.
Felix durumun tamamen farkında olmasına rağmen Chan'ın yazmaya karşı olan isteğini doğal karşılıyor ve ona azalan ilgisini umursamamaya çalışıyordu. Ancak ne Felix bunu başarabiliyor ne de Chan davranışlarından vazgeçiyordu.
[...]
"Hayır yasadışı yollardan çıktı çekilmesine falan izin veremem.
Hayır Shelly bu korsan yayıncılık! Lütfen bu işbirliğini isteyen her kimse bul ve tutuklattır!"
Chan telefonu sinirle kapattıktan sonra volta attı yatak odasında. Felix ise onu izlemekle yetiniyordu.
"Ne oldu Chan? Sakin ol.."
"Boşver, boşver Felix."
Yine aynı geçiştirici cevaplardı hepsi.
Chan yanına uzandığında yakınlaştı ona. Dudaklarını açlıkla onun dudaklarına çıkardı. Chan bir iki karşılığın ardından ayrıldı ve derin bir nefes verdi.
"Bugün havamda değilim, sadece uyuyalım olur mu?"
Felix onaylarcasına başını salladığında gözlerini kapatarak kollarını Felix'e sardı. Felix uyuyana kadar bekledikten sonra kalkıp işlerine devam edecekti zaten, tek sorun, Felix'in aslında gece onu yatakta yanlız başına bıraktığını bildiğinden bihaberdi..
[...]
"İkinci kitabı da istiyorlar. Şu an ne yazıyorsun?"
Felix karşısında yemek yiyen Chan'dan cevap alamadı.
"Chris?"
Cevap yoktu.
"Chris..?!"
"E-efendim? Dalmışım da. Duyamadım. Ne sormuştun?"
"Hiçbir şey, hiçbir şey sormadım."
En sevdiğim çifte kıyıyorum.
Chanın konuşması cidden doğaçlamaydı bu arada, eğer kötü olduysa özr ilk kez doğaçlama konuşma yazıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue'r |Chanlix ✔️
FanfictionFelix, okulun yolu için adımladığı bir gün, yaya geçidinin karşısında mavi saçlı bir çocuk görür. Blue is the Warmest Color filminden esinlenilmiştir. 🎉 #3 Skzship