Bölüm On: Lily'nin Ardından

403 28 24
                                    

 Onun yerinde bir başkası olsaydı, tıpkı oğlanın kendisine yaptığı gibi birbirlerinden haber almadan geçirdikleri bir haftayı onunla konuşamak için ısrar ederek geçirebilirdi. Ama o, bunun yerine, duyduklarını sindirmek için yoldaşlık evine dönen genç adama zaman tanımanın daha iyi bir fikir olduğunu düşünüyordu. Bunda onunla yeniden gireceği bir tartışmada öne sürebileceği yeni bir argüman bulamamış olmasının payı büyüktü. Harry ona bahsettiği o daha güvenli yol için elinde hiçbir şey olmadığını söylediğinde haklıydı. Onu bir süre daha oyalayabileceği en küçük bir mantıklı fikre ulaşamamıştı. Gerçi müdür bey ölmeye atılmamanın yeterince geçerli bir sebep olduğunu düşünüyordu fakat belli ki oğlu kendisiyle aynı bakış açısını paylaşmıyordu. Severus, o güne dek bütün bunları ona anlatmamakta ne kadar haklı olduğunu defalarca kez söylemişti, hem sessizce kendisine hem de portresine dönen eski müdürüne. Ne var ki olan olmuştu, o anları geri alamazdı. Harry'nin anılarını silse bile onun çok geçmeden geri döneceğine dair güçlü bir içgüdü peşinde sürüklediği sıkıntıyı göğüs kafesinin ortasına bırakıp gitmişti.

Harry odasından çıktıklarında kadına ne söylediyse McGonagall, karşılaştıkları nadir anlarda onu şüpheli gözlerle süzmeye devam etmiş ama ağzını açıp tek bir soru sormamıştı. Kendisine yıllardır nefretle bakan yaşlı cadının bunu kimseye söylemeyeceğini bildiği için büyük sorununun yanında ufak bir ayrıntı olarak kalan bu durumu Harry ile konuşup toptan öğrenene dek kurcalamayı ötelemişti. Tam bir hafta sonra Severus, odasında başına musallat olan ağrıyı geçirmey e çalışırken Aberforth'un barına hemen aynı sabah gizli bir tehdit mektubu yollamanın verdiği rahatlıkla cübbesinin içinden görünmeyen yeşil taşa bir kez bile dokunmamıştı. Kısa vadede planı, Harry'nin konuşmaya hazır olup onu kır evine çağırmasını beklemekti. İnce işçilikle süslenmiş eski moda çekmecesini açtı. Ufak iksir şişelerinin arasında rengi sarıya kaçan portakal çiçeği esanslı olana yöneldi. Bu gece biraz uyumak belki yarına kadar işleri düzeltmezdi ama en azından daha düzgün düşünmesini n yolunu açabilirdi.

Aynı saatlerde Harry, pek az konuştuğu, nadiren yemek yediği ve bolca düşündüğü bir haftasını sonlandırmak üzere odasından çıkmış, asasını ve pelerinini alarak yola çıkıyordu. Dalgın olduğunu fark edenlerin sorularını ustalıkla savuşturmuş, pek bir gelişme olmadığı için arkadaşlarının yanında fazla kalmadan onlara açık vermemeyi başarmıştı. Garip bir biçimde içinin rahatladığını hissediyordu. Aklının bir köşesinde hortkulukları yok ettikten sonra ne olacağına dair dolanan o cızırdayan soru bir biçimde yanıtlanmıştı. Onunla aynı anda ölmesi gerekiyorsa ne yapılması gerektiği ortadaydı. Müdür odasında dediği gibiydi: bu kadardı işte. Bulunması gereken son bir hortkuluk, onları yok etmek için gereken bir kılıç ve sonra pop! Belki gözünü bir beyazlığın içinde açardı, belki bahçenin ya da sonsuz yokluğun içinde sürüklenirdi. Harry yalnızca, bir hayalet olarak dönmeyeceğinden emindi. Belki Sirius gibi bedeni tamamen gözden kaybolurdu, belki Ron gibi insanların ziyaret edeceği bir mezar taşı olurdu. Bir ara bu tür bir duruma karşılık annesinin yanına gömülmesini vasiyet eden kısa bir not bırakması gerektiğini kendine hatırlattı. İnsanlar onun için Sağ Kalan Çocuk, Seçilmiş Kişi gibi şeyler söyleyebilirlerdi ama Harry hiçbir zaman kendi hayatını diğerlerinden daha önde tutmamıştı. Şimdi de Voldemort'un bir an önce ölmesi, büyücü ve muggleların acılarını sona erdirecek tek yolken daha fazla bekleme ayrıcalığına neden sahip olması gerektiğini anlamıyordu. Harry, o güne dek kehanetin anlamı üzerine epey kafa yorsa da kendisi için varoluşunun pek de bir anlam ifade etmediğini şaşkınlıkla fark etmişti. Oysa o kehanet, kaderini o doğmadan çok önce belirlemişti. Karşı çıkmanın anlamı yoktu. Hem Harry şimdiye dek onlarca kez başkalarından çok daha şanslı olmuştu. Önce annesi, sonra Cedric, bir zamanlar Sirius ve en son da Ron. Gringotts'ta onun karşısında ölmemesinin nedeni öyle basitti ki. İçindeki hortkluluk, ölmemek için kılıfını bir parçası olduğu karşısındaki adama karşı bile koruyordu. Üstelik o gece Hogwarts'tan dönüşte Aberforth'la konuşmuştu. Voldemort okulu ele geçirdikten sonra eski köhne barıyla okul arasındaki tünelin kullanılmasına izin veren ama Yoldaşlık işlerine zerre inanmayan Dumbledore'un gözlerinin tıpkısının aynısı taşıyan kardeşiyle. Harry, ilk zamanlar onun, abisinden nefret eden, daha beceriksiz küçük bir kardeşten fazlası olmadığını düşünüyordu. Onu haksız da bulmuyordu, bir dahiyle aynı ailede doğmanın verdiği rahatsızlıkları anlayabiliyirdi. Az konuşan bu aksi ihtiyarın ağzından nadiren laf alınırdı, Albus Dumbledore'un adı ise daha da nadir olarak duyulur ve sonunda pek hayırlı cümleler sarf etmezdi. Ama o gece Harry, eski müdürün savaş planını duyduğunda onu uzunca bir konuşmaya ikna edebilmişti. Grindewald'ın gelişi, ailelerinin dağılışı, Rita Skeeter'in yazdıkları ve Severus'un anlattıkları. Bu güne dek birleştirmeyi reddettiği her parça Abertforth tarafından acımasız bir zevkle yerli yerine oturtulmuştu . Harry artık bazı şeylerden emin olabilirdi, onun tanımadığı bir Albus vardı ve o adam savaşın bitmesi için kendisini feda etmesini söylemişti. Bir zamanlar benzerlerini savunduğu kötücül düşüncelerin yok olup gitmesi için ödenmesi gereken küçük bir bedel. Severus, elbetteki böyle düşünmüyordu. Büyü dünyasının geri kalanının ne tür acılar yaşadığı zihninden kayıp gidiyordu sanki. Eskiden inançla bağlı olduğu, menfaatleri için bir araya gelip en ufak bir merhamet göstermeyen insanların en iç çemberine girebilmiş tek safkan olmayan büyücü için bu beklenmedik bir acımasızlık olmazdı. Harry, onun kendisine gizli kapalı gösterdiği şefkatten memnundu. Yine de koca bir insan topluluğunun çektiği acılar ya da en yakınlarını kaybetmesine dair taş kalpliliği yüreğini bir parça burkuyordu. Bu bakımdan ona hiç mi hiç benzemiyordu.

Lily'nin ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin