2. BÖLÜM

1.3K 152 22
                                    

Gözlerindeki alevlerden kendimi yanarken görüyordum ve bu adam... oydu. Gözlerimizin kilitlendiği adamdı. Peki ya bana neden yardım etmişti? Beni mi izliyordu? Ben düşüncelerimle boğuşurken onun sert ve acımasız sesi araya girdi.

"Burada ne işin var?"

Bir süre ona baktıktan sonra, "Sen kimsin? Hem neden sana söyleyeyim?"
Gözlerindeki alev gözlerini kül oluncaya kadar yakıyor, ardından tekrar alevleniyordu.

"Üçüncü kez sormayacağım. Cevap ver!" Diye bağırınca irkildim. Korkak bakışlarıma inat olan sözlerim ağzını açmıştı.

"Bu benim de son cevabım; bundan sanane!" Dedim ve bakışlarımı kaçırdım. Açıkçası ona bakmaya korkuyordum. Fakat yine de gözlerindeki alevi üzerimde hissediyordum. Ayrıca yoğun bir şekilde alkol kokuyordu. Sarhoş muydu bu?

Üzerimdeki sıcaklık git gide derecesini artırırken, kafamın hemen yanındaki duvarda büyük bir göçük oluştu. Korkudan kısık sesli bir çığlık attım. Duvara yumruk mu atmıştı? Allah aşkına bu gücü nereden geliyordu? Tamam, vücudu fazlasıyla iyiydi. Tamamen kas yığını değildi, ama yine de tek hamlede yere serecek kasları vardı. Bu kasları yaparken kaç saat çalışmıştı acaba? Ankara'dayken bende bir iki gün spor salonuna gitmiştim. Fakat yine de kollarım kaslara 'hayır' demişti.

Ben düşüncelerime dalmışken, alnını alnıma yasladı. Kalbim yakınlığımızı farketmiş, göğsümü delercesine atmaya başlamıştı. Göğsüm düzensiz ve hızlı nefes alış verişlerim yüzünden hızlı hızlı inip kalkarken alnını alnımdan çekti. Hala çok yakındık ve tam gözlerimin içine bakıyordu. Alevlerin esir aldığı gözleri artık yanmıyordu. Öfke dışında bir çok duygu görüyordum orada. Özlem, endişe, hüzün... Bilinçaltımın oluşturduğu görüntüler olamazdı değil mi bunlar?

Öylesine yumuşak bakıyordu ki, beni sakinleştirmek ister gibiydi. Ben zaten sakindim ve bu ani değişimi yüzünden gözlerimin şaşkınlıktan bir metre açıldığına emindim. Ben ona şaşkın şaşkın bakarken, bakışlarını destekler nitelikte olan o huzur verici sesini duydum.

Mırıldanır gibi bir ses tonuyla,
"Nerelerdeydin sen?" Dedi. Ne demeye çalışıyordu bu? Beni tanıyor muydu? Sorduğu soruyu anlamaya çalışırken tekrar o ninni gibi sesi araya girdi.

"Neredeydin, miniğim?" Derken elleriyle yanaklarımı avuçlamıştı. Ne yapıyordu bu?! Kanın beynime sıçradığını hissediyordum. Ayrıca bana miniğim mi demişti? Minik? Küçük anlamına gelen minik? Miniğim derken de onun küçüğü olduğumu mu söylüyordu? Beni kardeşi mi sanıyordu? Of, ne düşünüyordum ben böyle. Şaşkınlık dalgaları beynime hasar vermiş olmalıydı kesinlikle. Düşüncelerimin ardından anında yüzümü onun ellerinden kurtardım ve ondan bir kaç adım uzaklaştım. Derin bir nefes aldım ve,

"Ya sen kimsin! Ne istiyorsun benden? Hasta mısın nesin!" Diye sinirle soludum.

Ben aramızdaki mesafeyi açmaya çalıştıkça, o kapatıyordu. Bana doğru bir adım daha attığında bende bir adım geriye attım ve sırtım yeniden duvarla buluştu. Bakışlarımı korkuyla başka yöne çevirirken eliyle çenemi tutup bakışlarımızı birleştirdi.

Öyle derin bakıyordu ki, sanki bir geçmişimiz varmış gibi. Öyle korkuyla bakıyordu ki, her an kaybolup gidecekmişim gibi. Bakışları titriyordu. Korkuyordu. Böyle bir adamın korktuğuna kim inanırdı ki. Acı dolu sesini güçlükle çıkarabilmişti.

"Bir daha gitme n'olur" Gözleri yaşarmıştı. Ve tuhaf bir şekilde benimde gözlerim dolmuştu. Geçmişinde birisi onu terk etmişti büyük bir ihtimalle ve acı çekiyordu. Onun için üzülmüştüm. Bir on saniye boyunca sadece bakışlarımız doldurdu duygularımızı. Asırlar gibi süren saniyelerden sonra konuşmak için ağzımı aralığımda susmam için işaret parmağını dudağıma bastırdı. Ve ardından,

"Şş" dedi gülümseyen gözleriyle. "Bundan sonra ben konuşacağım" demesiyle dudaklarıma yapışması bir oldu.

Şaşkınlığım Kaf Dağı'nı aşmış bana el sallarken, ben transa girmiştim. Dudaklarım hariç diğer hiçbir yerimi hissetmiyordum, bir nevi kısmi felç geçirmiştim. Öpüşü o kadar yoğundu ki, canımı yakmaya başlamıştı. Fakat ben hala öylece put gibi tek bir noktaya bakıyordum. Yanağımda sıcak bir ıslaklık hissedince ağladığımı farkettim. Gözyaşlarım birbirinden bağımsız akmaya devam ederken, dudaklarımdan ayrıldı ve şaşkınlıkla yüzüme baktı. Bende yaşlı gözlerle ilk öpücüğümü alan adama baktım. Neden ağladığımı bende bilmiyordum. Sadece o an gözyaşlarım bağımsızlıklarını istemişti ve onları zorlamamıştım. Sessiz bir şekilde bana bakmayı sürdüren bu adama masum sesim bile tokat atmam gerektiğini söylüyordu. Fakat gariptir ki karşımda duran adama bunu yapmak istemiyordum ve bu beni şaşırtıyordu.

Sessiz bakışlarımız devam ederken sessizliği telefon sesi bozdu. Onun telefonu çalıyordu. Benim ki hala o piç beyinlideydi. Annem "Yurda gidince beni ara" demişti ve ben hâlâ aramamıştım. Telefonu hala açmayıp, bana bakmayı sürdüren adama,

" Açsana telefonunu" dedim. O ise telefonun çaldığını daha yeni farketmiş gibi kaşlarını çatarak telefonu eline aldı. Arayan kimse çok önemli bir şey olmalıydı heralde, ısrarla arıyordu. Sonunda açma zahmetini gösterdiğinde bir süre karşı tarafı dinledi. Ardından,

"Gelemem, Yeşim burada" dedi. Ne Yeşim'i ya? Yeşim kim? Başka birisi için mi böyle dedi diye hızla sağıma soluma baktım. Bizden başka kimse olmadığı için 'Yeşim' diye hitap ettiğinin ben olduğumu anladım. Bu adam şizofren miydi yoksa aşırı dozda sarhoş muydu?

"O ölmedi!" Diye gürledi birden. Korkudan çekirge misali yerimden sıçradım. Volkanlarla yarışacak renkte lavlar vardı gözlerinde. Karşı taraf birşeyler söylerken yüzüne kapatmıştı telefonu. Ardından tekrar bana döndü ve,

"Birazdan kel, yaşlı bir adam seni almaya gelecek. Tam burada bekle ve merak etme güvendesin" dedi ve alnıma bir öpücük bırakıp gitti. Arkasından o mükemmel fiziğine bakarken silkelendim. Bir an söylediğini kafamda ölçtüm. Tabi ki onun dediğini yapacak değildim. Hızlı adımlarla oradan ayrıldım ve bavullarımı bıraktığım yere doğru ilerledim. Telefonum şuan umrumda bile değildi. O telefon yüzünden yeterince başıma bela almıştım zaten. Sahi, ne uzun ve zorlu bir gündü böyle. İki gün önce Istanbul'a geleceğim günü saatleri sayarak beklerken, şimdi sadece evimde olmak istiyordum. Her şehir benden birşeyler alıyordu ve Istanbul şimdiden telefonumu ve ilk öpücüğümü almıştı. "Sevgili Istanbul! Benden daha neler alacaksın?" Diye söylene söylene yürürken havaalanına gelmiştim bile. Hemen güvenliğin yanına gittim ve biraz ikazdan sonra oradan ayrıldım. "Neymiş orada öylece eşyalarımı bırakamazmışım da, çok sorumsuzca bir davranışmışta. Hah! Siz önce gidin hırsızları yakalayın. Ben mi koşmak zorundayım piç beyinlilerin peşinden?" İyice huysuz ninelere dönmüştüm.

Havada baya kararmıştı. Bu karanlıkta nasıl bulacaktım ben yurdu? 'Gündüz olduğu için bulurum' düşüncesiyle hiç bir adres,yer bilmiyordum ve planlarım beni ters köşe yapınca götelek gibi kaldım ortada. "Oh, neyseki ileri de bir taksi durağı var" kışlıklarımın cebinden 20 lira bulmuş gibi sevinerek koşar adımla taksi durağına doğru ilerliyordum ki, yanımda son model bir Jip durdu. 'Bana değildir' düşüncesiyle aldırmayarak ilerledim. Yani ilerliyordum, ta ki Jipin içindeki öküz çıkıp kolumdan sertçe tutana kadar. Sinirle kim olduğuna bakmak için kafamı çevirdiğimde bir çift öfke bana bakıyordu ve bu bakışlar başıma bela aldığımın habercisiydi.

Merhaba sevgili okuyucularım! Nasılsınız? Ben çok iyiyim çünkü yeni bölümü yayınlayabildim. Duygularla dolu bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi? Bu bölümle birlikte aklınızda soru işareti kalmış olabilir fakat biraz sabredin, ileride herşeyi öğreneceksiniz. Bu arada multideki kızı beğenmişsinizdir umarım. Ayrica bu bölümü çok sevdiğim arkadaşım Merve Tarcan'a ithaf etmek istiyorum. Hepinize koca koca öpücükler ve iyi okumalar :)

DUMANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin