20. BÖLÜM

164 19 19
                                    

Multideki şarkı He Is We- I Wouldn't Mind

Nâm-ı diğer Ateş'in o mükemmel arabalarından birinde okula gidiyorduk. Kokusunun fazlasıyla sinmiş olduğu koltukta biraz daha mayışırken kafamı koltuğa yasladım ve camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yolculuğun başından beri alaylı olduğunu düşündüğüm gözlerine bakmamaya özen gösteriyordum. Nedeni ise.. "Of ya! " Ağlamaklı çıkardığım ses karşısında sonunda gözlerim onunla birleşti.

"Bir şey mi oldu?" Sorusunda bir alay aradım ama yoktu. Gayet ciddi söylemişti. Olumsuz anlamda elimi savurdum ama pek inanmışa benzemiyordu. Neyseki fazla üstelemedi çünkü koyu pembe dudaklarına bakan gözlerim sabahı sürekli hatırlatmak istiyor. Gözüme geçmişin perdeleri inince yine düşünmeye başladım.

Belimi tutan elleri biraz gevşerken hala dudaklarıma bakıyordu. Dudaklarında ki tebessümle o kadar tatlı bakıyordu ki, açık pembe dudaklarımı, koyu pembe dudaklarına bastırmak istedim. Gözleri hala dudaklarıma bakarken aynadaki yansımama gitti gözlerim. Gözlerimi felç edebilecek nitelikte olan yüzümde bir harp olduğu belliydi. "Demek bu yüzden yalnızca dudaklarıma bakıyor."diye düşündüm içimden. Yalnızca dudaklarım insana benziyordu herhalde.

Aramızda yalnızca bir kaç karıncanın geçebileceği mesafenin midemde ki kelebekleri kalkışa geçirdiği sıra gözlerimi kapattım ve o anın gerçekleşeceği anı bekledim. Kendimi tam anlamıyla aptal gibi hissediyordum. Çünkü belimden elini çekti ve geri çekildi. Aptal konumunda, hala gözlerim kapalı bir şekilde dikiliyordum. Üstelik köpüklü saçlarım üstümü ıslatıyordu. "Aç şu gözlerini artık." Benimle resmen oynamıştı hain! Öfke tüm vücuduma yayılmaya başlamıştı. Kolumu savurarak -sağ kolum sağlam olsaydı görürdün sen- bağırmaya başladım.

"Ne gözü ya?! Sen hayatımda gördüğüm en-" derken dengemi kaybedip kendimi bir anda suyun içinde buluvermiştim. Köpüklü öksürüklerim kendini gösterirken ne durumda olduğuma baktım.

Tam bir felakettim. Tam anlamıyla felaket. O ise sayılı duyduğum kahkahaları ile karşımda halay çekiyordu âdeta. Islak kirpiklerimin altından ona bakarken eğildi ve "Sakar. Sen hayatımda gördüğüm en sakar şeysin." dedi. Beni sakara ve şeye layık gören cümlesi her ne kadar gurur kırıcı olsa da bunu umursamadım bile. Yüzündeki mutluluk hala silinmemişti ki şu durumda küfür bile etse gülümseyerek, "Bende seni." diyecektim. Gözümün altındaki köpüğü eliyle silerken gözlerime bakıyordu. O an gözlerinin içindeki bana baktım. Aptal bir aşıktan hiçbir farkım yoktu.

Öpmek istemiştim. Ben. Erkekleri, saçma aşklarını kendime yasak eden ben, az önce unutmuştum kendimi ve dudaklarını istemiştim. Felaket ismi altında zavallı sıfatına uyan biri gibi parlıyordum göz bebeklerinde. Daha doğrusu gülümseyen gözlerinde. Neden her seferinde böyle büyüleyiciydi olmak zorundaydı ki? Gözleri, kirpikleri, kaşları, burnu, dudakları, teni, sanki hepsi bir tabloydu ve özenenerek çizilmişti. Bu eşsiz tablo gözlerime bakarken yalnızca bana sunulmuş gibiydi. Böylesine özel bir his etrafımı sarıyordu. O, kalbimi sarıyordu. "İyi ki sarmışım." dediğinde aklımı okuduğunu düşünmüştüm ki devam etti, "Poşeti diyorum, iyi ki sarmışım. Kolun ıslanmadı."

"Poşet? Haa, evet poşet." Tuhaf bakışlarımız gidip gelirken saate bakıp derse yetişmem gerektiğini söyledim. Halbuki daha vaktim vardı ama buna bir son vermem gerekiyordu.

Tek eliyle ıslak beni kaldırıp saçlarımı yeniden yıkamıştı. Sonrasında ise o diken üstünde geçen kaçak gözlerim ile bir yolculuk...

Sabah ki o rezilliğim yüzünden kendimi arabanın camından fırlatmak istiyordum. Başımı eğdim ve okula bir an evvel varabilmek için bildiğim tüm sûreleri okudum. Araba durduğunda nerede olduğumuza bakmadan kendimi dışarı attım. Bir kaç adım ilerledikten sonra durdum ve önümüzdeki 'Kahvaltı Evi' yazan yeri göstererek, "Ne yapacağız burada?" diye sordum. Bana bakmadan, "Sence?" diyip içeri girerken yumruklarımı sıktım. "Ukala."

DUMANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin