Elimde ki şişeyi kafama dikip karşımdaki denize döndürdüm bakışlarımı. Gecenin ıssızlığı hoşuma gidiyordu. Sadece denizin ve çekirgelerin sesleri duyuluyordu. Bu bir süre önceydi tabii. Bakışlarımı yanıma oturan bedene çevirdim. Ondan önceydi. Birkaç hafta önce tanışmıştım onunla. Yine aynı böyle oturuyordum, o ise benden biraz daha uzakta oturup yanakları ıslak, gözleri sulu bir şekilde denizi seyrediyordu. Ona kendi içkilerimden birini verip ağlayacaksa daha rahat ağlasın diye oradan ayrılmıştım.
O günden sonra hep birbirimizi burada buluyorduk. Arasıra konuşsak da aramızda pek bir konuşma geçtiği söylenemezdi ve buna rağmen ondan hoşlanmaya başlamıştım. İkimizde sessizliğin içinde, kendi karanlık dünyamızda oluyorduk hep. İkimizde derine batmış gibiydik sanki.
Ona baktığımda gözlerim her zaman mor saç tutamlarına kayıyordu. O çok güzeldi. Onunla ilk karşılaştığımda üzerinde beyaz bir takım elbise vardı ve o an dikkat etmesem de şimdi aklıma geldikçe ne kadar çekici olduğunu fark ediyordum.
"Buraya gelip hergün neler düşünüyorsun merak ediyorum." Gecenin sessizliğini Minho'nun sesi bozmuştu. Sesi o kadar güzeldi ki hiç bıkmadan onu dinleyebilirim. Dudaklarımı birbirine bastırıp tekrar denize döndüm.
"İlk başlarda ailemi düşünüyorum."
"Şimdi düşünmüyor musun?"
Başımı iki yana sallayıp tekrar ona döndüm. "Peki, şimdi ne düşünüyorsun?"
Gülümseyip yanağımı kendime çektiğim dizlerime yasladım. Hâlâ ona bakıyordum ve merakla ne diyeceğimi bekliyor gibiydi. "Sevdiğimi." dedim, ne kadar seni demek istesem de. Bir nevi bu da seni demekti. Başını sallayıp o da aynı benim gibi yapmıştı. Şuan gözüme o kadar masum görünüyordu kii...
"Sen ne düşünüyorsun?"
"Başlarda beni bırakan sevdiğimi düşünüyorum."
"Sonra?"
Gülümseyip dizlerine sardığı kollarını sıkılaştırdı. "Yeni sevdiğimi." Üzülsem de belli etmedim. Sonuçta aramızda birşey yoktu.
"Anlatmanı istesem kabalık etmiş olmam değil mi?"
Başını iki yana sallayıp dizlerine yasladığı kollarını çözdü ve ayaklarını denize doğru uzatarak ellerinden destek alarak geri yaslandı. Ben ise hâlâ aynı şekilde onu izliyordum.
"Buraya ilk geldiğim gün, yani bana içki verip gittiğin zaman. Düğünden geliyordum. Sevdiğimin düğününden." Burukça gülümseyip bakışlarını denize döndürdü. Onun ne hissettiğini hiç bilmediğimden yorumda yapmıyordum. Yorum yapmamı gerektirecek birşey de yoktu aslında. "Çok üzülmüştüm. Onunla çoğu ilkimi yaşayıp, bir sürü hayâl kurmuştum oysa. Bir süreliğine gitmek zorunda kaldım buralardan. Ama çok uzun bir süre değildi. 1 aydı. Zaten o 1 ayda telefondan görüşüyorduk. Meğerse, benimle birlikteyken nişanlıymış."
Bana döndüğünde burukça gülümsedim. Onun gibi birisine nasıl böyle yapıldı anlayamıyorum. Parıldayan gözleri, sürekli diliyle ısalttığı dudakları, mor saçları, keskin çene hatları ve sesiyle o mükemmel birisiydi. Birde o gün ki beyaz takım elbisesi içindeyken... O bir melekti.
"Senden anlatmanı istesem kabalık etmiş olur muyum?"
Gülümseyip başımı iki yana salladım. O bana anlattıysa bende ona anlatıcaktım."Ailem, biz aslında çok güzel bir aileydik. Taa ki abim intihar edene kadar." Bana başını eğip güzelce baktığında güzelliğine gözlerim dolmuştu. Ona bu kadar kısa sürede bağlanmam tuhaf geliyordu. "Daha 26 yaşındaydı. Benden 3 yaş büyüktü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙎𝙖𝙝𝙞𝙡 | MINSUNG |
FanfictionAilem Minhoyu kendi oğulları olarak görüyordu. Ailecek belki de Minho dan yararlanıyorduk? Belki de Minho bunu sonradan fark edip, şimdi ki aşkımı göremeyip beni bırakıp gitmişti? İşte hepsi benim suçum. Onu kullanmamalıydım. Ama hayır. O da beni...