Argus , bulutların arkasındaki aya baktı. gece baya ilerlemiş bütün köy halkı uykuya dalmıştı. şu anda evinde biraz olsun onu ısıtan yorganın altında uyumak istiyordu. ama onun yerine gecenin bir saatinde warrior adası ormanın derinliklerinde ağaç yapraklarının bile buz tuttuğu havada hareket ederek ısınmaya çalışıyordu. bir de bu yetmezmiş gibi kolundaki büyük kesik hala çok acıyordu. bir süre daha yürüdükten sonra bacakları artık onu taşıyamadı. kaç saat yürümüştü. üç saat mi yoksa dört saat mi? bilmiyordu. bir ağacın altına otururken kafasına düşecek her hangi bir şey var mı diye baktı. genelde ağaçların en üsteki dalları sert rüzgarlar yüzünden yere düşebiliyordu ve bir dal parçası yüzünden ölmek dünyadaki en utanç verici şey olurdu. ağacın sık dalları sayesinde kafasına bir şey düşmeyeceğine emin olduktan sonra sırtını ağaca yasladı. sert rüzgarlar sayesinde bulutların arkasından çıkan dolunaya baktı. vücudu soğuktan titriyordu. belki biraz olsun ısınabilmek için kollarını vücuduna sardı. o kadar yalnız hissediyordu ki. sadece burda ağacın altında değil köyde bile hep yalnız hissederdi. sıska vücudu yüzünden herkes ondan uzak dururdu. çünkü kimse onunla takılıp ezik durumuna düşmezdi. Warrior Adası'nda kurallar çok ağırdı. eğer güçlü değilsen bir itibarın olmaz. sürekli ezilirsin. Argus ta bunu on altı sene boyunca yaşamıştı. hayatı boyunca hiç arkadaşı olmamıştı. konuşabilecek ya da onunla antrenman yapıp hobilerini anlatacağı kimsesi yoktu. köyde görünmez adam rolü ona verilmişti. babası bile ondan utanıyordu. adanın reisi olması ise bu durumu zorlaştırmaktan başka işe yaramıyordu. bu yüzden argus ejderhalara sığınmış, onlarla dost olmuştu. sırlarını hobilerini onlarla paylaşmıştı.
yanağında sıcak bir ıslaklık hissettiğinde ellinin tersiyle göz yaşlarını sildi. o sırada babasının sesi beyninde yankılanmıştı
" kadın veya erkek fark etmez. bir warrior savaşçısı ağlamaz" derdi hep sert sesiyle. bunu hatırlayınca kendi kendine kıkırdadı. dışarıdan gören biri onu deli sanbilirdi ama argus bunu umursamıyordu.
" üzgünüm baba istediğin gibi bir evlat gibi doğmadım." diye mırıldandı buruk bir gülümsemeyle. ellerini yumruk yaptı. lanet olsun ki babasını hala çok seviyordu. aynı zamanda da inanılmaz bir nefret besliyordu ona karşı.
" lütfen" diye fısıldadı." artık bıktım. yalnız olmaktan bıktım. lütfen biri beni bu yalnızlıktan kurtasın" sesi yalvarır gibi çıkıyordu. şu an beş yaşındaki aciz bir çocuk gibi hissetsede sözlerine devam etti.
" bir tane, bir tanecik bir dostum olsun. fazlası değil. bana benzesin. kibar ve anlayışlı biri olsun. en önemliside onun hayatında bir yerim olsun. thor, woden ya da loki hanginiz olduğu umrumda değil biriniz bu dileğimi duyun. sadece bir kereliğine güvenebileceğim biri olsun " dedi sonlara doğru sesi kısılırken. bir süre dolunaya baktı. bir yıldız kaymıştı. belki bu sefer benim istediğim olur diye düşündü argus göz kapakları kapanırken ve soğuk bir gecede ağacın altında uyuya kaldı .
argus un rüyası cidden çok garipti. ilk olarak etraf fazla beyazdı. hatta o kadar beyazdı ki hiç bir şey gözükmüyordu. argus o beyaz boşlukta tek başınaydı. etrafına boş boş bakınırken her taraftan bir kadın sesi duydu.
" gerçekten bir dost mu istiyorsun?" dedi kadın. argus heyecanla bağırdı.
" evet" kadın bunun üzerine düşünür gibi sesler çıkardı.
" sana verebileğim birkaç tavsiye var çocuk iyi dinle. berk yolundan asla ayrılma ve gün batımı gibi kızıl, orman gibi yeşil oğlanı ara" dedi ve sustu gizemli kadın. argus söylediği şeyleri anlamamıştı. ama şimdilik berk adasına gidicekti.
uyandığında üzerinde bir ağırlık vardı. bir naddar kanatlarıyla onu soğuktan koruyordu.
" teşekkür ederim oğlum. acaba beni berk adasına kadar bırakabilir misin"dedi neşeyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşmanın oğlu ( httyd)
Fanfiction" o düşmanın oğlu hıçkıdık " " Sürgün edilen biri onu Sürgün eden kişinin yanına gidecek kadar gurursuz değildir" .......... " onları anlayabiliyorsun bu inanılmaz" " evet ama sırf bu yüzden sürgün edildim"