Rüzgar, yaprakları havalandırıyordu. Gökyüzü kendini mavinin en sıcak tonlarına kurban etmişti ; soğuk bir rengin tüm sıcak yansımalarıyla kaplıydı sanki.Dünya'da hiçbir zaman tam olarak adaletin sağlanamayacağını düşünen milyonlarca insanı bile aynı gökyüzüne bakmanın verdiği eşitliğe ikna edebilecek güzellikteydi üstelik.
Saat kulesi, işe yedi dakika geç kaldığımı gösteriyordu. Bunu umursayacak değildim. Fakat elbette biri umursayabilirdi.
Bay Brooke tam olarak, kütüphanenin kapısının önünde şeker satmak isteyen bir adamı tezgahını alıp gitmesi için ikna etmekle meşguldü.
O sırada ona fark ettirmeden içeri sıvışabileceğimi düşünüyordum ancak bakımını yaptırmamakta ısrarcı olduğu kapının gıcırtısı ile dikkatleri üzerimde toplamam bir dakikadan az zaman aldı.
" Merhaba, Bay Brooke. Yüzünüzde bir şey var." Çantamı koluma geçirip yüzümü tutarak onun gözlerine bakmaya devam ettim.
" Teşekkür ederim, Diana. Yüzümde ne var?" Sesi oldukça sert ve pürüzsüz çıkmıştı. Ancak yanaklarında gezinen parmakları rahatsız olduğunu açıklıyordu.
" Henüz günün ilk kahvesini içmedim' ifadesi,"
Küçük bir kıkırtı koparırken onun bundan hoşlanmayacağından emindim.
" Henüz günün ilk kahvesini içmedim."
Yüzünün aldığı hale ve yavaşça yükselen kaşlarına bakılırsa bu, "Ah, evet. Şimdi gidip bana bir kahve yap," deyiş şekliydi.
Onu sokak satıcısı ile yapacak olduğu küçük didişme faslında bırakıp içeri girdim ve eşyalarımı büyük ahşap masanın altına yerleştirdim.
Fazlasıyla büyük bir çalışma alanına sahiptim ancak her metrekaresi gün geçtikçe daha da iç karartıcı oluyordu.
Normal insanların çalışma ortamlarında iyi ya da kötü, pek çok anıları olabilirdi. Ya da iş arkadaşları ile sohbet edip zamanı hızlandırabilirlerdi.
Black Light kütüphanesine atraksiyon katan tek şeyin bazen merdivenlerden yuvarlanmam ya da kitaplara temizlik suyu dökmem oluşu, içeri attığınız ilk adımda zamanın iki misli yavaşlayışını açıklıyordu.
" Kütüphane önünde şeker satmak da ne?!" Jackson Brooke homurdanışlarına devam ederek içeri girdiğinde gözlerimi ön panellerin bitişiğindeki raflarda gezdiriyordum. Henüz tozlanmamışlardı.
" Cidden umurumda değil."
"Bu son zamanlarda kişisel sloganın haline geldi, Diana." Omuz silkerken yere düşen birkaç kağıt parçasını alıp geri dönüşüm kutusuna attım.
"Beni ilgilendiren birşeyler söylemeyi dene."
Dudakları ince bir çizgi halini alırken yüzünde belirmek üzere olan sırıtışın sebebini anlamaya çalışıyordum.
" Seni ilgilendiren birşeyler? Peter, Josuha ve George'u kovdum. Üst kattaki raflar tozlanmış. Depoda birkaç fare var.Bugün toptan kitap alımı için merkezdeki birkaç kitapçıya uğramam gerekiyor. Ancak ne yazık ki işlerim var ve bunu sen yapacaksın."
Ne yazık ki işleri var.
" Tanrım! Yeni elemanlar almaya ne dersin? Üç kişinin işini birden üstelenebileceğimi zannetmiyordun değil mi?"
Gitmem gereken birkaç değil dokuzdan fazla kitapçının olduğunu ve her birinin büyük binaların uzun-dar merdivenlerle ulaşılabilen en yüksek katlarında olduğunu bilmek beni şimdiden yoruyordu ancak Bay Brooke'un 'işi yap ya da kovul' ilkesini çiğnemeyi istemiyordum.