Dakikalardır arkamda sakladığımı zannettiğim bıçağı çoktan farketmiş olduğunu ard arda sıraladığı cümlelerinin birinde alayla belirttiğinde gözlerimi uzandığı yataktaki rahat pozisyonunda gezdirdim.
Siyah dar pantalonunun üzerine giydiği mavi gömleğinin yumuşak kumaşı ile uğraşırken, ani bir hareketi ile korkup gerilememden zevk alıyor gibiydi.
Birkaç dakika öncesinde bunu tam anlamıyla yaşamıştık.
Nihayetinde aktif olan tek şeyin ilerleyen zaman olmaması gerektiğine karar verdiğimde, derin bir nefes alıp bıçağı ona doğru yönelttim ve daha önce defalarca kez sorduğum soruyu tekrarladım.
" Burada ne arıyorsun?" Bacaklarını uzattı, yukarı doğru esnedi ve yataktan atladı.
" Sen hala konuşuyor musun? Birdenbire sıkıcı olmaya başladın." Hareketleri oldukça tuhaftı. Tıpkı şu an içinde bulunduğumuz durum gibi.
"Mesafeni koru." Elimdeki bıçağı refleksle ona doğru uzattığımda keyifle omuz silkişini izledim.
Yüzü ancak gözlerini devirdiği zamanlarda kesin bir ifade kazanıyordu.
Onun dışında sahte sırıtışları bile bir fikir vermiyordu.
Ve asıl sorun, tuhaflık sınırında sıkışıp kalan hareketlerinin altında yatan"ciddiye almıyorum" mesajıydı.
Ciddiye alınmıyordum.
" Seninle konuşuyorum, ahmak!"
Ellerini birbirine vurup sarının orantılı bir tonunun hakim olduğu saçlarını düzeltirken homurdanarak ayağa kalktı ve elimdeki bıçağı kavradı.
"Bir meyve bıçağı mı? İlk seferde hedefi bulamazsan uğraştırıcı olabilir. "
Gözlerimi, mor halkalarla çevrelenen göz altlarından elmacık kemiklerine kaydırırken bıçağı sıkıca kavrayan parmaklarımdan ayırıyordu.
" Seni bıçaklayacak değildim, aptal." derken kollarımı göğüs kafesimde birleştirip dudaklarıma isteksiz bir gülümsememe yerleştirdim.
İçimde olup bitenleri dışarıya yansıtmak o an için isteyeceğim en son şeydi.
Nihayetinde, umursanmadım.
Tek yaptığı eline aldığı bıçağı bir süre incelediken sonra bir kenara fıtlatmak ve ardından duvarlara dik dik bakmaya geri dönmek oldu.
" Adımı nereden biliyorsun ?"
Bayan Larcy eski fakat bir o kadar değerli müzik kutusundan yeni bir şarkı açtığı sıralarda, sorduğum soruyu yanıtsız bıraktığında bir süre duvara yaslanıp başımı eğdim ve ayaklarımı izlemeye devam ettim.
Ne yapmam gerektiği hakkında bir fikrim yoktu.
Ve onun ne yapıyor olduğunu da kestiremiyordum ki ; bu, o an içimde başımı duvara vurmak fikrine cazibe kazandırmıyor değildi.
" Beni neden izliyordun?" Cevap vermek gibi bir niyeti olmadığına karar verdiğimde, masadaki çakmağı dakikalardır bana dönük olan sırtına fırlattım.
Karanlıkla bütünleştiğinde içinden çıkılmaz bir hal alan bu sokağı izlemenin neresi keyif verebilirdi?
Yere düşen çakmağı alıp geriye döndü ve dışarıyı, elektiriklerin on dakika kadar önce gelmiş olmasından etkilenen sokak lambası yanana kadar izledi.
"Ben röntgenci değilim. Kimseyi izlediğim yok. "
Ellerimi saçlarıma geçirip derin bir nefes verirken sinirsel kahkahalara boğulan benliğimi biraz olsun hafifletebilmeyi amaçlıyordum.
" Dostum, sana diyorum ki ; burası bir ev. Fakat senin değil. Ve senin olmayan bir eve böylece giremezs--"
" Oh, pekala." Birkaç adım gerileyip yüzünü dönerken devam etti "Benim olmayan bir 'eve' girdim ve işte buradayım."
Bu defa geniş omuzlarını gergin duruşu karşısında gözlerimi devirebilecek cesarete tabi olmaktan memnundum.
Elindeki çakmağın ateşi ile oyalanırken duvara sabitlediğim ellerime bakıyordu. " Bayan Larcy hep der ki ; tek bir çığlığına bakar, Diana. Eğer içeri bir sokak köpeğinin girdiğini görürsen elime geçen ilk şeyi kafasına geçirmekten zevk alırım, tatlım."
Işık, perdeler, dolap kapakları ve kapılar ardına kadar açıktı.
Ve tek yaptığı başını geriye atarken derin bir nefes alıp küçük bir kıkırtı koparmak oldu. "Ama ben çığlıkları çok severim."
Bu durumda sarhoş olma ihtimali ile hareketleri örtüşmüyor, aksine aradaki uçurum fark gittikçe artıyordu.
" Sana buradan defolup gitmen için yardım edeyim." Onu kolundan kavrayıp çekiştirmeye çalışmam karşısında çene kemiklerinin geriliyor olduğunu görmemezlikten gelmeye çabalarken bir şekilde galip gelip dış kapıya getirebildiğimde yüzüme düşen saç tutamını geriye attım.
Yanında biraz ufak kalıyordum fakat bu şu an için en normaller kategorisine alınabilirdi.
" Ve ayrıca korkunç bir tip değilsin. Şansını zorluyordun sadece."
Onu merdivenlere sürüklerken ironik bir biçimde söylenişlerime devam ediyordum.
" Siyahlara bürünmüş olsaydın ya da o berbat kötü adam kahkahalarından birini atsaydın hakkını yiyemezdim ama cidden merkezdeki lisenin hazırlık sınıfından fırlamış gibisin, dostum."
Evimde olduğunu farkettiğimde-ki bu hiçte normal bir karşılaşma olmamıştı- eş zamanlı olarak pek çok duygunun tüm benliğimi kapladığını hissettmiştim. Ve itiraf etmeliyim ki ilk aşamada öne çıkan tam anlamıyla korkudan başkası değildi.
Fakat daha sonra mutfağa koşarken, kendimi savunabileceğim birşeyler ararken ve çıldırma noktasına gelirken de hareketlerinin benimkilerin aksine sakin ve umursamaz olduğunu farkettiğimde geçen her dakika biraz daha sakinliyor ; atmosfere ayak uyduruyordum.
" Yine çok konuştum.Git hadi." Dar pantalonunun cebine yerleştirdiği ellerinden birini o sıkışıklıktan kurtarıp mavi-kareli gömleğinin yaka cebine götürüşünü izlemeye devam etmek gibi bir niyetim yoktu.
Haraketleri son nefesini vermek üzere olan bir kaplumbağanınkinden de yavaş gelişiyorken ellerimi birkaç defa çırptım.
" Hava ne kadar güzel, değil mi, Rodden?"
Islanan çoraplarımı biçimsiz asfalta sürterken, söylediklerinden beni dinlemiyor olduğunu çıkardığımda gözlerimi devirdim.
" Ne halt ediyorsan et. Gidiyorum." Binanın demirden kapısını örtmeden önce ay ışığının etkisiyle parlayan bedeninin bana dönük olduğunu gördüm.
Gömleğinin ince kumaşı esen rüzgara itaat edercesine sarsılırken yüzü tamamen seçebileceğim kadar net olmadığından bütüne bakarak tebessüm ettim. "Bu yıl kış ağır geçecek diyorlar. Kendine kalacak bir yer bulsan iyi edersin."
Omuz silkti.
"Ben hiçbir zaman kışı uzun yaşamam, Rodden."