V

159 13 4
                                    

Perşembe akşamı etraf oldukça kalabalıktı. Öğle saatlerinde yağan yağmur havadaki nem katsayısını artırmıştı ve bu, koşarken yüzüme vuran soğuk havanın yanaklarımı yakmasına sebep oluyordu.

Çantamdan düşen küçük krem kutusunun kaldırım boyunca insanların ayaklarına dolanarak ortadan kayboluşunu izlediğim birkaç saniyelik duraksama süresince omzuma aldığım sert darbeler sonucu ayıktım.

Kalabalığın tersi yönünde koşmak ürkünç bir durumdu.
Daha da ürkünç olanı ise ellerindeki fotoğraf makinelerini patlamaya hazır bir silahmışcasına dört bir yana doğrultan turistlerdi.

"Burada bu şekilde koşman çok rahatsız edici!"

İstemsizce, mükemmel olması amaçlanan bir fotoğrafa dahil olduğumu fark ettiğimde ardımdan bağıran genç kadından özür dileyecek kadar zamanım yoktu.
Sadece onu duymamış gibi yaptım.

Tüm masumiyetinizle, olacaklardan habersizce ilerlerken, o kutsal karelerden birine yakalanmanız olağandı.
Hatta daha sonra o fotoğraf, oluşturulması muhtemel gezi albümünün vazgeçilmezi olur ve manzaradaki ayrıntı olarak kalmakta beraber gezi yazılarında gergedan ölüsünü andıran bakışlarınızdan keyifle bahsedilirdi.

Tüm olasılıklar dikkate alındığında 5 dakika gecikmiş olduğum randevuma hala umut varken yetişebilmek için koşuyor olmak utanç verici olmasının yanında çılgıncaydı da.

Daha önce önünden geçmiş olmam dışında herhangi bir deneyimim olmayan kafenin önünde durduğumda, isminin elimdeki küçük kağıtta yazanla eşleşiyor olduğunu görüp nefes alış verişlerimi kontrol altına aldım.

Kalp atışlarımı vücudumun her noktasında hissediyor gibiydim.
Dahil olacağım ortam için uygunsuz olmayacağını umduğum kıyafetlerimi bir kaç pratik hareketle düzeltip açık kapıdan içeri girdim.

İçeride hiçte gergin olmayan bir atmosferin hakim olduğu sadece birkaç göz kırpma aralığında fark edilebilirdi.

Eski müzik kutusunun önünde ikinci dünya savaşını özet geçen genç bir gurup vardı.
Nihayet sıranın kimde olduğuna karar verdiklerinde 'Indian Summer' içeride uyuşturucu etkisiyle yayıldı.

L'acqua Minerale, ahşap masaları ve duvarlarını tüm zarafetiyle saran sarmaşıklarıyla oldukça etkileyici görünüyordu.
Ancak içerisi fazla büyük değildi ve gürültücü gençlerle dolup taşmak üzereydi.

Biri çıkıp sipariş vermeyeceksem neden defolup gitmediğimi, ya da neden öylece dikildiğimi sormadan harekete geçmem gerektiğini fark ettiğimde kağıtta yazanlara tekrar göz gezdirdim.

Saat Kulesi uygun değil. 18:30'da L'acque Minerale'de

Varlığını son anda fark ettiğim, kapımın önünde savunmasız bir biçimde bırakılmış olan zavallı kağıdı cebime sıkıştırırken zihnimde acımasız bir kahkaha patlattım.

Tek bir harf hatası Bay İsimsiz'in olağanüstü karizmasını yerlebir etmiş gibi görünüyordu. L'acque?

Müşteri yoğunluğunun azaldığı taraftaki küçük masalardan birinde, önündeki pizzayla bakışıyor olduğunu fark ettiğimde vakit kaybetmeden yanına doğru ilerledim.

"Fazla beklettim mi ?"

Karşısındaki sandalyeye otururken dikkatini çekebilmek adına sorduğum soruyu anlamsız bulmuşa benziyordu.

"Seni beklemiyordum." Ellerimi standart ölçülerdeki masada birbirine kenetleyip başımı salladım.

"Başka birini mi bekliyordun ?"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 28, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

hemmings | l.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin