Bölüm 4

70 6 6
                                    

-Hala gelmedik mi? , diye sordum.

-Daha yola çıkalı 15 dakika oldu, ne kadar sabırsızsın, dedi. Ama ben saatlerdir yürüyormuşuz gibi hissediyordum.

    15 dakika daha yürüdükten sonra durduk. Eski, tahtadan bir yapıydı. Betül'le anılarımız zihnime doluşurken burayı görmüştüm. İçinde tahta kılıçlar vardı, dövüş sanatları çalışıyorduk. Burası bir dojo (Japon dövüş sanatlarının yapıldığı yer) olmalıydı, en azından biz burayı o amaçla kullanıyorduk. Betül önden gitti ve eski kapıyı açtı. İçeri girdik, fena durmuyordu. Tahta kılıçların yanına gitti. Birini aldı, birini de bana attı, yakaladım. Dojonun ortasına geldik. Kılıç tutuş pozisyonum aklıma geldi. Zihnime akan videolarda vardı. Duruşumu aldım, o da aldı, sonra:

-Hazır mısın? Uzun zamandır antrenman yapmıyorduk, özlemişim. Biraz kılıç sallamak rahatlatır, dedi.

-Benim de hoşuma gider, dedim. Yapacak daha iyi bir şey mi vardı ki hayır diyecektim. Tüm dövüş stillerimi hatırlıyordum, öyleyse sorun yoktu. Japon dövüşü olduğundan japon geleneğine uygun, kurallarıyla ve orijinal dilinde konuşarak yapacaktık müsabakamızı.

-San, ni, ichi... Hajime! (Üç, iki, bir... Başla!)

    Kılıç çarpıştırıyorduk ve bunu gerçekten sevdiğimi biliyordum. Muhteşem bir duyguydu. Hele de en sevdiğin kişi yanındaysa...

    Müsabakamız bittiğinde;

-Yaa Elif! Yine sen kazandın. Niye hep sen kazanıyorsun ki, diye mızmızlanıyordu.

-Bir dahakine sen kazanırsın, dedim hep yaptığım gibi...

    O mızmızlanadursun ben etrafı incelemeye başlamıştım. Burada takılmayı çok seviyordum, dahası burası bizim gizli yerimizdi. Ne ailelerimiz, ne kardeşlerimiz, hiç kimse bilmiyordu burayı çünkü kimse parkın bu kadar iç kesimine gelmezdi. Buradaki anılarımın tamamı onunlaydı. Birlikte gezerken bulmuştuk burayı ve her buluşmamızda buraya mutlaka bir kez uğrardık. Dövüş sanatlarına bir merakım vardı ama nedenini bilmiyorum, içimden gelen çok yoğun bir ilgiydi bu. Aynı ilgi Betül'de de vardı. İkimiz her konuda aynıydık; düşünce şeklimiz, hayat anlayışımız, hobilerimiz, tarzlarımız... Ruh ikizinin olması harika bir his! Hayatım boyunca onun yanında olmayı dilerdim... Bir gün erkek arkadaşım olsa Betül'ü ondan bile çok severdim herhalde... Sevmez miydim yoksa? Neyse buna erkek arkadaşım olunca karar verebilirdim. Tabi uzun bir süre erkek arkadaşım olacağını düşünmüyorum. Arkadaşlarım bana yeter, erkek arkadaşa gerek yok. Gerçekten evlenmek gözüyle baktığım zaman -ki erken evlenme niyetinde değilim- bir tane edinebilirdim ama kesinlikle yakın bir zamanda olmayacaktı. Bir dakika ya ben neden bu konular hakkında düşünüyordum? Bu konuya nasıl gelmiştim? Gülümsedim, bir şekilde olmuştu işte. Nasıl geldiğimin bir önemi var mıydı artık? Gelmiş miydim gelmiştim, tamamdı.

    Ben kendi zihnimde düşünmeye devam ediyordum. Bulanık bir fotoğraf karesi geldi gözümün önüne. Bir şey anlaşılmıyordu, çok belirsizdi. Bir an başım döndü, olduğum yere oturur vaziyette düştüm. Betül'ün dikkati bana kaydı.

-Yoruldun mu? , diye sordu. İçimi heyecan bastı, kekelememeye çalışarak;

-E-evet, biraz yoruldum, diyebildim. Ona anlatmayacaktım, bu benim sırrımdı ve başımın çaresine kendim bakacaktım.

-Burası ne kadar güzel, değil mi? Etraf yemyeşil, sessiz, insanlar yok, doğayla iç içe... Biz bizeyiz, yalnız ikimiz. Daha güzel bir yer bulamazdık takılmak için. O iğrenç insanlardan uzak... Çok huzur verici. Burada bulduğum huzuru hiçbir yerde bulamıyorum...

    Konuşmaya devam ediyordu ama odağım kaymıştı. 'İğrenç insanlardan uzak' mı demişti? Bu ses zihnimde yankılanıyordu. 'İğrenç insanlardan uzak, iğrenç insanlardan uzak...' İnsanlar iğrenç miydi? Peki o zaman biz neydik? Biz de iğrenç miydik? İnsanlar niye iğrençti? Ne yapmışlardı? Sorsam acaba ne derdi? Ses yankılanmaya devam ediyordu:

İğrenç insanlardan uzak, iğrenç insanlar, iğrenç insanlardan uzak, iğrenç insanlardan uzak...

Zihnimdeki DünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin