"burası dışında hiçbir yerde olmak istemedim."

544 76 12
                                    

-2000'lerin başı-


burning desire dinleyin bence.

....

kulaklarımda bir şiir vardı, nefesinde saklı olan melodiler şimdi kalp atışlarıyla tastamamdı.

bir yenilgi ya da feryattı, lakin cehennemde cenneti gösteren yegane bir parçaydı.

dudaklarım harf harf ezberini okumuştu. sessiz solukları gece boyu nefesime karışmıştı. az utanmaz ve ucundan günahkar olan oğlanların dünyayı ve gerçekliği unuttuğu bir sabaha uyanmıştım. gözlerimin önüne dün geceden kareler geliyordu. geliyordu gelmesine de, hiç gerek yoktu doğrusu. çünkü nefesim kesiliyordu. öyle ki göğsündeyken nefessiz kalmak istemezdim.

tanrıların ve kutsal kitapların yalan kıldığı tüm gerçekler şimdi ensemde idamdaydı. yalanladıkları şeyler benim saf gerçeğim ve asla kabul edemediğim kişiliğimdi. beni, bana hatırlatan adamın sözleri epey uzun ve vurguluydu. öyle ki her noktasında nefesim kesiliyor ve yine her virgülünden sonra ona çekilmeye devam ediyordum.

belki bir büyüydü, lakin onda şeytan tüyü olduğu besbelliydi.

kafamı kaldırıp dakikalar önce yaktığı dala bakarken bakışlarını gözlerime indirmişti.

şiş dudaklarını ve karışık tutamlarını bir süre izledim. sonra dolgun dudaklarına değen dalı kıskandım. çene kemiğine dokunmak ve belki adem elmasında dolaşmak istedim. ne kadar günah varsa, ezberini dilinde okuyarak ona çekilmeyi istedim. zehrinde gece boyu kavrulmayı belki...

dudaklarının arasında tuttuğu dalı geri çektiğinde uzun kirpiklerini hafif hafif kırpmış ve muzip bir ifadeyle sarhoş olan beni izlemişti.

"senin beyaz tenine benim tuvallerimdeki renkler yakışmaz." diyiverdi bir anda.

popüler ve tek işi eğlenmek olan bu adamdan edebi ve düşündürücü şeyler duymak bayağı garipti ama sözlerinin devam etmesini istedim.

"dilim boynunda bir fırçaydı, lakin tenine renk verecek kadar cesaretli değildim. yine de öyle güzel bir resimsin ki, seni yaratan tanrının önünde diz çökerim."

bir zehir daha çekti, devam etti.

"ve öyle güzel bir yaratılışsın ki, yüzündeki takım yıldızına ay olan gözlerin bana her gece ışısa yemin ederim güneşi ve izbe sabahları görmek istemezdim."

sözleri de dudaklarına aldığı zehir kadar yakıcı ve çeldiriciydi.

hwang hyunjin asla böyle bir adam değildi. lakin boğuk ve uykulu sesini dinlemek öyle güzel geliyordu ki...

"felix?"

"hm?"

"kalbine giremeyecek kadar hasta ve dengesiz bir adamım. ne diye evinde senin kokunlayım?"

dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı çıplak göğüsüne yaslamış ve sertçe yutkunmuştum.

biliyordum. yataktan kalktığımız anda gerçek dünyaya dönecektik ve orası beni çok ağlatıyordu. çok vicdansız ve merhametsiz bir yerde soluk alıyorduk. lakin sözde...

hwang, parmaklarımı kolay kolay tutmazdı.
hwang bizden korkardı.
iki oğlanın aşkını inkar edip sonrasında kapımı çalardı.

doğrusu kendisinden nefret ediyordum.
ama soluğunu hissedemediğim de burada yaşayamayacakmışım gibi hissediyordum.

"başımı ağrıtma da sus."diye mırıldandığımda, yine bir veda konuşması yapacağını kestirebiliyordum.

okulunun, kursunun, ailesinin, mahallenin en değerli ve popüler oğlanıydı hwang hyunjin.

bir ışık gibi parlardı, pis ve lekeli sokaklar arasında. aşığı da çoktu, tıpkı nefret edenlerinin de çok olduğu gibi. ben gibi...

kafasını geriye atıp bir süre tavanı izlediğinde, sırtımda gezinen parmakları tenimi hafif hafifi okşuyordu ve bu da benim uykumu getiriyordu.

"sen şiirlerini gece mi yazıyorsun?" diye sorduğunda boğazımı temizlemiştim.

"öyle."

"onların çok güzel olduğunu söylediler. bana da gösterecek misin?"

"belki bir gün."

sonra yine sessizliğimize gömüldük. bir mezar kadar soğuktu lakin kolları sıcacıktı. yine de dışarıda sağanak vardı ama bizim çıplaklığımızdaki tezat ayrı bir olaydı.

yorgun nefesi,
sigara kokusu,
kalp atışı...

onu tamamlayan detayların soyut dokunuşu şimdi göğsümü kasıp kavurmuştu. hiç bırakasım gelmiyordu onu.

okyanusuna sığınan bir balık kadar yetersiz ve kimsesizdim ama yine de o derinlikten vazgeçemeyecek kadar ahmak ve aşıktım.

lakin dudakları yavaşça saçlarımın arasına değdi ve yorgunca bir özür fısıldayıp gitti.

bana acılarından ve kederinden bahsetmezdi ama hwang'ın sessizliği gece yarıları çığlık çığlığaydı. bu yüzden beni fark etmişti. doğrusu karşılıksız bir şeyler bekliyorum diye korkmuştum ama çok da farkı yok gibiydi.

onun gülen dudaklarının arkasındaki hıçkırık bir kor gibiydi.
onun parlak gözlerinin arkasındaki gözyaşları bire zulüm ve işkence gibiydi.
onun yenilgisi benim cehennemimdi.
onun hayata adımı benim ciğerlerim için birer soluk ve kalp atışıydı.

onu bu denli içselleştirmem bir cezadan farksızdı ama bu yemini ederken gözüm kör ve dilim bağlıydı. yalnızca onu gören gözler ve yine yalnızca onu duyan kulaklarla bu dünyada yaşayamazdım. yaşatmazlardı.

hyunjin'in korkusu banaydı.



...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
şeker prens ve tuz kral ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin