Minho burnunu çekti boş gözlerle. Islak bakışları önünde dikildiği mezar taşına ve yaslanmış çerçevenin içinden sanki hayatta hiç ölüm ve siyah yokmuşçasına kocaman gülümseyen yüze kaydı.
"Han Jisung."
Her zaman tekrarlayarak sakinleştiği isim hiç yakışmamıştı bu ölüm kokan yere.
Aslında kısmen güzel bir mezarlıktı Jisung'u sonsuz uykusuna yatırdıkları yer. Her yer sevdiği gibi çiçekliydi ve ironik bir şekilde mezarlığın biraz ilerisinde bir çocuk parkı vardı. Ölümün hiç uğramıyormuş gibi durduğu renk ve huzur saçan bu yer mezarlığa benzemiyordu.
Gülümseyerek yere oturdu Minho. "Ben geldim."
O gelmişti. Zor olmuştu, geç olmuştu belki de. Babasına karşı çıkabilmek için üniversiteyi bitirmeyi beklemesi gerekmişti. Şimdi dört yıl geçmişti her şeyden, kısa ve güzel rüyadan. Üç koca yıl olmuştu Jisung dünyadan ayrılalı.
Dolan gözlerine rağmen gülümsemeye çalıştı Minho, yavaşça çerçevenin içindeki yüze dokundu. "Özür dilerim geciktiğim için..." Bir yaş süzüldü gözünden.
"Özür dilerim gelemediğim için. Seni yalnız bıraktığım için."
Jisung'un yaşadığı şeyleri düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu Minho. Telefonuna nihayet Kore hattını yerleştirdiğinde almıştı tüm mesajları. Teker teker okumuştu hepsini. Her mesajda kalbi daha da sıkışmış, her yardım isteğinde bir nebze daha yaralanmıştı kalbi.
Jisung yardım istemişti. Haykırmıştı elinden geldiğince. Bir yıl boyunca ağlamış, sızlanmış ama sevgilisinin geleceği umuduyla dayanmaya çalışmıştı. Ancak her ruhun bir sınırı vardı ve her çiçek solmak için açardı.
Onun çiçeği de dayanabildiği kadar dayanmış ama sonunda başını eğmiş ve solmuştu.
Minho her gece kendini suçlamıştı. Chan olmasa gülebilir miydi şuan? Dayanabilir miydi yaşamaya? Güneşi beklemenin hiç bir anlamı olmadığında ertesi gün için umut besleyebilir miydi?
Onu hayatta tutan Chan olmuştu 4 yıl boyunca. Yemek istemediğinde zorla yedirmiş, uykusuz her gecesinde yanında oturmuştu. Minho her ağlamak istediğinde Chan onun sığınabileceği liman olmuştu.
Mezun olur olmaz Kore'ye gelmişti Minho. Jisung'un eskiden attığı mesajlarda bahsettiklerine benzeyen bir ev almış ve oraya yerleşmişti. Her sabah sevgilisini ziyaret ediyordu elinde bir buket papatyayla. Her sabah olduğu gibi bugün de gelmişti işte.
Elindeki buketi mezar taşının önüne koydu ve derin bir nefes aldı. Gökyüzüne bakarak "Nasılsın sevgilim?" dedi Minho.
"Mutlu musun şimdi? Ben mutlu sayılırım." Bakışlarını gökyüzünden çerçeveye götürdü gülerek. "Bak sana geldim çünkü."
"Aaah, gökyüzü çok güzel!" Kıyafetlerinin kirlenmesinden çekinmeden çimenlere uzandı. Şimdi sevdiğiyle yan yana yatıyordu. Birisi yeryüzünün altında diğeri üstünde.
Gülümsemeye çalıştı Minho. Jisung'un yanında ağlamaktan nefret ediyordu ama engel de olamıyordu kendisine. Sevgilisinin gülen yüzünü ne zaman görse içini özlem ve pişmanlık kaplıyordu.
"Keşke..." dedi Minho gözünden bir yaş süzülürken. "Keşke başka bir zamanda ve başka bir evrende karşılaşsaydım seninle. Ne kadar mutlu olabilirdik oysa ki."
Hayat acımasız, hayaller sonsuzdu. İhtimaller Minho'yu yiyip bitiriyordu. İçi keşkelerle dolu olan genç adam sevdiğini çok özlemişti. Bir zamanlar birisi için atan ve zar zor kabullendiği kalbi yapayalnız kalmıştı. Ama hala sıcacıktı Minho'nun kalbi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daisies | minsung ✓
Fanfictionjisung: papatyaların ne anlama geldiğini biliyor musun hyung? minho: hayır, bilmek de istemiyorum. jisung: papatyalar sevginin en saf hali anlamına gelirler hyung, bir insanı her şeyiyle seviyorsan ona papatya verirsin. bir gün sana papatya verebili...