Barış'ın sevgilisinin olduğunu öğrenmemin üzerinden 2 gün geçmişti. Hala inanamıyordum. Bir an kendimi suçlu hissetim. Sonuçta onun sevgilisi vardı ve ben onun evine bile gitmiştim.
Yemekhanede her zamanki gibi yemek yiyorduk ve kendimi Barış'ın oturduğu masaya bakmaktan alamıyordum. Bu defa masada bir değişiklik vardı. Burcu da onlarla oturmaya başlamıştı.
O günden sonra Burcu her karşılaştığımızda bana selam vermişti, iyi bir kıza benziyordu ama önyargılarım asla peşimi bırakmıyordu. Barış da haklı, kız güzel, sevecen üstüne bir de başarılı.
Suskun olduğum bir yemek saati daha geride kalırken kaldığımız ahşap eve doğru yürümeye başladım. Yazda olmamıza rağmen hava kapalıydı ve her an yağmur yağabilirmiş gibi duruyordu.
Islanmak istemediğimden adımlarımı sıklaştırdım ve kapıya geldim. Anahtarı deliğe sokup çevirdim ve kapıyı ittim ancak açılmıyordu. Birkaç denemeden sonra kapının sıkıştığı kanısına vardım ve telefonumu çıkarıp Göksu'yu aradım.
En sonunda telesekretere geçti ve sinirle kapattım. Yağmur çiseliyordu ama kapının üstündeki küçük çatı görünümlü yer sayesinde damlalar bana gelmiyordu. Dayanamadım ve kapının önüne oturdum.
Üstüm çok inceydi ve donuyordum. Çaresizce telefonda Sinem'i arayıp kulağıma götürdüm.
"Alo."
Yaşasın!
"Alo, Sinem. Kapıda kaldım. Hemen gelmen gerekiyor donuyorum burada."
"Anahtarın yok muydu?"
"Var ama kapı sıkışmış, açılmıyor. Göksu'yu aradım cevap vermedi. Nerdeysen hemen gel."
"Tamam, 15 dakikaya ordayım." diyerek telefonu kapattı.
15 dakika normalde uzun bir zaman değildi ama hava buz gibi olunca ve üstünüzde çok ince bir şey olunca saatler gibi gelmişti. Telefonumu çıkarıp ekrana baktım, henüz 10 dakika olmuştu. Nerdesin Sinem? Acele et Sinem. Donuyorum Sinem.
"Cidden ne tür bir insan bu havada kapının önünde oturur ki?"
Gelen sesle ürkerek arkamı döndüm ve Barış olduğunu gördüm. "Gerçekten iyi bir tespit. Psikopatım ben malım bu havada dışarıda duruyorum."
Dediğim sanki komik bir şeymiş gibi güldü ve yaklaşmaya başladı. En sonunda tam karşımda durdu ve elini uzattı. "Kalk, yerde oturarak hasta olursun." Sanki umrunda gerizekalı.
Cevap vermemeyi seçtim ve elini tutmadım. Sonunda sinirlenmiş gibi beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı ve yüzüne bakmamı sağladı. "Bir sorun varsa alttan gönderme yaparak değil, yüzüme söyle." Bunu sinirli bir şekilde demişti. "Kim olduğunu sanıyorsun? Hangi hakla okul sınırlarını izinsiz geçip evimin önüne kadar geliyorsun ve nerde oturup oturamayacağıma karışıyorsun?" diye üste çıkınca gözlerini bir anlığına büyüttü. Sanki içimden bir canavar çıkmıştı.
"Benimle konuşurken ses tonuna dikkat et Janset."
"Etmezsem?"
Bir süre bekledi ve tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken durdu. "Neden böyle oturuyordun?"
İşi uzatmak, kavga etmek istiyordum. Burcu'nun hıncını Barış'tan çıkarmak beni rahatlatırdı sanırım. Kendime hakim olmayı denedim ve "Kapı sıkışmıştı." dedim.
"Yani bütün bu karmaşanın sebebi bu mu?"
"Önemli bir şey yok. Zaten birkaç dakikaya Sinem gelir, onu bekliyordum. Gitsen iyi olur."
"Geleceğine emin misin?"
"Tabiiki gelecek. Söz konusu benim burada. Emre'yi birkaç dakikalığına bırakabilir sonuçta."
"Peki, birlikte bekleyelim o zaman." deyip kaşla göz arasında az önce oturduğum yere oturdu. What dedin gülüm? -apaçilik-
"Ne yaptığını sanıyorsun?"
"Seninle bekleyeceğim. Merak etme görünmeden giderim."
Amacını anlayamasam da sesimi çıkarmadım ve olabildiğince uzak durmaya çalışarak ben de yere oturdum.
*
Tam 25 dakika olmuştu. Şarjım nerdeyse bitmek üzereydi ve Sinem hala gelmemişti. Barış ara sıra bana soru soran gözlerle bakıyordu. Ben de hiçbir şey demeden kafamı çeviriyordum.
"Gelmedi hala arkadaşın." Bunu iğneleyici bir tonda söylemişti.
"Belki de ben gitmeliyimdir."
"Ama onun geleceğini söylemiştin." Tam ağzımı açacakken elini bana uzattı.
Ayyy. Dans mı edeceğiz şimdi yoksa? Yağmur altında ayaklarımızın yerde oluşturduğu ritmi uzun zamandır hayal ediyordum. Bu kadar erken olması tuhaftı. Ama olmuştu işte!
Ben de yavaşça elimi uzattım ve elini tuttum. Beklediğim şey beni bir anda döndürüp dansa başlamasıydı.
"Ne yapıyorsun Janset?"
Sersemlemiş bir şekilde ona bakıyordum. "Elini uzattın?"
"Anahtarları vermen için uzattım gerizekalı."
NE? ÖKÜZ MÜSÜN?
Hızlıca cebimden anahtarları çıkardım ve Barış'a uzatıp "Elimde sanıyordum." diye bir yalan uydurdum. Kesinlikle kurtaramamıştım.
Kapıyı ilk denemesinde açtı ve anahtarı delikten çekip bana verdi. Teşekkür edip içeri girdim ama kapıyı kapatmadım. "İstersen üstündekiler kuruyana kadar şöminenin başında durabilirsin. Ama Göksu veya Sinem geldiği an gidersin, haberin olsun."
Barış dediğim şeyi başıyla onaylayıp içeri girdi ve konuşmadan şömineyi yakmaya başladı.
*
Geçen 20 dakikanın ardından Sinem hala gelmemişti. Barış kurumuştu ve ben de hem kuruyup hem de telefonumu şarj etmiştim. En sonunda sanki uzun zamandır bunu yapmak istermiş gibi yüzünde alaycı bir ifadeyle yerinden kalktı ve yanıma gelip "Görünüşe göre birileri fena halde satıldı. Neyse bundan sonra arkadaşlarını iyi seçersin." dedi. Şaşkınca ona bakarken kapıyı çekip çıktı.
Şu çocuktan da laf yedirttiniz ya bana. Helal olsun. Gece, gök gürültüleri hariç çok sessiz devam ediyordu. Sinirle Sinem'in numarasını tuşladım. Üçüncü çalışta açtı.
"Janset?"
Bir dakika. Sesi titriyordu.
"Sinem nerde kaldın? Sen gelmeyince Barış'la karşılaştık, o açtı kapıyı."
Yine sesi titreyerek cevap verdi. Üzüntü değil korku doluydu.
"Janset ben çok kötü bir şey yaptım."