eight

70 16 0
                                    

"Yok, yok, yok!" Hiçbir yerde bulamıyorum! "Neyi arıyorsun Jisung?" Arkamdan gelen tanıdık ses ile Felix'e döndüm dolu gözlerimle. Bir anda ona sarılmam ile şaşkınca kollarını kaldırdı. "Hey, hey. Neler oluyor?" Jeongin ve Seungmin de girmişti sınıfa. "Ben de anlamadım bir anda sarıldı." diye kendisince bir açıklamada bulundu Felix.

"Jisung mu?" diye sordu Jeongin. Ben fazla sarılmazdım, biliyorlardı. "Jisung hemen bize sorununu anlatıyorsun ve birlikte çözüyoruz!" Seungmin ciddi sesiyle bana yaklaşarak omzumu patpatlamıştı. Felix'ten ayrıldım ve dayanamayıp gözümden akan damlayı sildim parmağımla.

"Min yok..." dedim üçüne karşı. "Min?" diye sordu Felix. "Sanırım günlüğünden bahsediyor." diye yanıtladı Seungmin onu. "Onu okula neden getirdin ki Jisung!" diye sordu bir anda Jeongin. İstemeden de olsa yüksek çıkan sesiyle irkildim. "Üzgünüm, yalnızca endişelendim." dedi yaptığını fark ederek.

"Annem odamı kontrol edecekti. Mecbur kaldım." diye açıkladım onlara. Yüzleri düştü, ailemin beni üzmesinden nefret ediyorlardı. "Tamam şimdi sakin olalım. Birlikte arayacağız." dedi Felix etrafı aramaya başlarken. Biz de katıldık ona ve tüm sınıfı didik didik aradık. Yoktu işte! Kaybetmiştim!

Anons olacağını belli eden zil sesiyle olduğum yerde durdum. "A sınıfındaki Jisung'un günlüğü! 14.09.2021! Merhaba Min. Bugünden itibaren benimle olacaksın. Sana anlatacak o kadar çok şeyim olacak ki bir an bile sıkılmayacaksın endişelenme. Beni sahibin olarak değil, yakın arkadaşın olarak düşünmelisin." Hayır hayır. Olduğum yerde donmuş kalırken Felix ve Seungmin koşarak sınıftan çıkmıştı bile. Jeongin ise beni sarsıyordu, bir şeyler söylese de anlayamıyordum onu. Bu o çocuktu, dün yanıma gelip yeniden onu sevip sevmediğimi soran.

"Ah kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Jisung. Sahibin değil, arkadaşınım. Tek arkadaşın olacağım. Şimdi diyeceksin ki neden öyle olacak. Sırlarımı vereceğim sana. Biliyorsun sırlar gizli kalmalıdır. Ben de sırlarımı seninle paylaşacağım ve yalnızca ikimiz olacağız.

Aslına bakarsan seni yanıma almamı sağlayan kişi Minho'ydu. Bugün bana doğum günü hediyesi olarak verdi seni. Doğru, bugün benim doğum günüm. Her ne kadar günün bitmesine az kalmış olsa da hala öyle.

İsmini Min koydum. Nedenini eminim merak ediyorsundur. Nereden çıktı bu isim diye. Lee Minho var ya, hani seni bana hediye olarak veren kişi. Onunla ismin bağdaşsın istedim. Şimdi ilk sırrımı vereceğim sana. Hazır mısın Min?

Ben onu seviyorum. Gökyüz-"

"SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN!?" Felix'in sesiyle kesmişti okumayı. Ama ne fark eder ki? Açığa çıkmıştı Minho'yu sevdiğim. "Beni...buradan götür Jeongin. Lütfen." Jeongin'in dediklerini duyamasam da o beni duyuyordu. Kafasını salladı. Birlikte sınıftan çıktık ve beni okulun en tenha yerine getirdi. Burayı kimse bilmezdi. Jeongin'e beni yalnız bırakmasını söylemiştim. Biraz inat etse de en son kabul etmişti. Bir saate geleceğini söylemiş ve ayrılmıştı yanımdan.

Gözlerimi kapadım ve her şeyi unutmaya çalıştım. Kendimi bu yerden silmek istedim. Minho'nun yüzüne dahi bakamazdım artık. Bu... Bu çok acımasızca. Neden ben? Sadece mutlu olmak istiyordum. Derince bir nefes aldım. Ölsem daha mı iyi olurdu?

"Jisung!" Benim kulaklarım sağır olmalı, ne olur yanlış duymuş olayım. Gözlerimi açıp sol tarafıma baktığımda bana doğru koşan Minho'yu gördüm. Ne arıyordu burada!? Panikleyip ağaca çıktım hemen. Bacaklarımı sarkıttım ve ağacın kalın gövdesine yasladım kendimi.

Ağacın altında durmuş ve eğilmişti ellerini dizlerine koyarak. Çok koşmuştu, nefesleri düzensizdi. En sonunda başını kaldırmış ve elleriyle saçlarını arkaya doğru taramıştı. Çok, çok yakışıklıydı. "Konuşabilir miyiz?" diye sordu. Başımı hızlıca iki yana salladım ve reddettim onu. Yüzü düştü.

"Neden konuşmak istemiyorsun?" Neden istemediğimin gayet farkındaydı aslında fakat neden bunu sorma gereği duymuştu ki. Yanıt vermeden bekledim öyle onu. "Korkma sincap, sana kızmayacağım." Şimdiye kadar ki en yumuşak ses tonu buydu belki de. Beni rahatlatmaya yeten sesiyle indim ağaçtan.

Karşımdaydı fakat ona bakacak yüzüm dahi yoktu. Birkaç adım mesafe vardı aramızda. "O... doğru muydu?" İçim içimi yiyordu. Şu an yeryüzünden yok olsam yeridir herhalde. "Gerçekten o senin günlüğünde yazanlar mıydı?" Ne demem gerekiyor? Yalan söylersem anlardı, gerçeği söylersem belki de benimle bir daha konuşmazdı bile.

"Lütfen sincap, bana karşı dürüst olmanı istiyorum." İç çekerek dolu gözlerimi buluşturdum onun gözleriyle. "Doğruydu Minho hyung..." Bakışlarımı kaçırdım söyler söylemez. Ortama bir sessizlik çökmüştü. Hislerimiz karşılıklı değildi demek ki. Öylece duruyordu olduğu yerde.

"Be-" "Jisung!" Tam konuşmaya başladığı zaman Jeongin koşarak yanımıza gelmişti. İlk önce Minho'ya sonra ise benim dolu gözlerime bakmıştı. "Üzgünüm hyung, Jisung'u almalıyım." dedi ve elimden tutarak koşmaya başladı. Belki de canım acıyacaktı fakat ne söyleyeceğini bilmek isterdim. Uzaklaşmadan önce bir kez arkamı dönüp baktım ona.

Çıkışa getirmişti beni Jeongin. "Şimdi beni iyi dinle. Şu an ortam karışık bir halde. Felix ve Seungmin kavga çıkarmış. Sonra olaya başkaları da karışınca daha da büyüdü. Öğretmenler anneni arayabilir." Yine benim başıma geliyordu her şey. Kafamı sallamış ve Jeongin'i dinlemeye devam etmiştim. "Şimdi eve gidiyorsun ve eşyalarını topluyorsun. Al bunu." Cebinden çıkarmış olduğu anahtarı avcumun içine sıkıştırmıştı iyice.

Sorgular gözlerle baktım ona. Şu an kafam hiçbir şeyi almıyordu. "Bak Jisung. Eşyalarını topla ve bizim evimize git. Annenin öğrenme ihtimali oldukça yüksek. O yüzden hızlı ol. Anladın mı?" Dolu gözlerimi silerek onaylamıştım onu. Jeongin okul binasına ilerlerken ben eve doğru koşuyordum.

Evin bahçesine ulaştığımda evden ses gelmiyordu. Annem ya dışarı çıkmıştı ya da uyuyordu muhtemelen. Sessizce içeriye girdim ve odama ulaştım. Yalnızca gerek olan şeyleri sırt çantama doldurarak çıktım odadan. Kapıya ulaşmak üzereyken bir anda sarsılarak duvara ani ve hızlı bir şekilde çarptım.

"Jisung! Sen! Sen!" Annemdi bu. Gözlerindeki sinir beni ateşe atacakmış gibi bakıyordu. "Öğretmenin aradı, daha şimdi kapattık. Deminden beri onun saçmalıklarını dinliyorum! Aa yok onun saçmalıkları da değil. Oğlum olamayacak ibne bir sürtüğün yaptığı saçmalıkları anlattı bana!" İbne? Sürtük? Bana bu lakapları mı takmıştı cidden.

Belki de ilk defa annemin karşısında duracak cesaret buldum kendimde. "Neden bana böyle lakaplar takıyorsun!? Beni desteklemek yerine neden beni yere gömüyorsun!? Nede-" Yediğim sert tokat ile kapamıştım ağzımı. "Seni sürtük olman için yetiştirmedim ben!" Duygusuzca baktım gözlerinin içine. Zaten ne zaman beni oğlu olarak görmüştü ki?

"Tanrıya şükret ki baban evde değil! Eğer, eğer burada olsaydı emin ol bir tokat az kalırdı!" Ben daha karşılık veremeden yeniden konuşuyordu. "Babana ne söyleyeceğim ben ha!? Oğlumuz birilerinin altına mı girmiş diyeceğim! Seni doğurmasaymışım keşke. Senin gibi bir çocuk olmaz olsun!"

Sinirle nefes aldı. "Git bu evden. Artık ne benim oğlumsun ne de ailemizden birisisin! Defol git!" Kolumdan çekiştirerek kapıdan dışarıya atmıştı beni. Resmen bir çöpmüşüm gibi hissettirdi bana. Kapıyı sert bir şekilde kapamıştı beni attığı an.

Cebime koyduğum anahtarı elime alarak sıkıca tutmuştum. Eve ulaşana kadar yavaş yavaş geçmiştim tüm sokaklardan.


~~~~~ 

Umarım hoşunuza gitmiştir.

Elimden geldiğince dikkat etmeye çalıştım fakat yazım hataları varsa kusura bakmayın lütfen.

love me like i love you || MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin