37.BÖLÜM : UMUT KIRINTISI

0 0 0
                                    

   Büyük bir sarayın önündeydim. Etrafımdaki kasvetli hava bulutu bir türlü geçmiyordu. Sanki hava fırtına çıkacak gibi karanlıktı.  Sarayın bahçesinin giriş kapısının şekli gümüş renkli demirden yapılma kanat figürü vardı. Kapıyı açıp bahçeden içeri girdim. Sarayın büyük bahçesine solmuş çiçekler hakimdi. Saraydan içeriye merakla girdim. Yerlerde kan lekeleri vardı. Duvarlara kazınmış yazılar sarayın güzelliğini bozmuştu. Yürümeye devam ettim. Odalardan birinde sesler geliyordu. Sesin geldiği yöne yürüyüp aralık olan kapıdan içeri girdim. Burası taht odasıydı. Tahtta oturan kişi sarışın bir kraliçeydi. Yüzündeki kin kalbine yansımış olmalıydı ki odada bulunan herkes diz çökmüş kraliçenin önünde duruyordu. Bir süre sadece olayları izlemekle yetindim. Kraliçe "Güç her daim benimdir. Sizler benim gücümü edindiğim tek kaynaksınız!" diyerek sert sesini tüm sarayda yankılatmıştı. Herkesin sırtı bana dönük olduğu için kimseyi göremiyordum. Kraliçe birkez daha gürledi "Herkesten üstün olan benim. Sizler zavallı halktan başkası değilsiniz!"  onun sesini duymak beni korkutuyordu.

Sanki bir yerden düşüyormuş gibi  etkiyle gözlerimi açtım. Korkuyla inip kalkan göğsüm neyden korktuğunu bir türlü anlayamamıştı. Gözlerimi bir süre kapatıp geri açtım ve yattığım yerden doğruldum. Axel ve Albert uyanmıştı. Birlikte yemek hazırlıyorlardı. Bir süre yalnızca onları izlemekle yetindim. Albert benim uyandığımı fark edip bana gülümsedi ve eliyle gel diyerek işaret yaptı. Ayağa kalkıp pelerinimi giyip onların yanına gittim. "Günaydın." her ikisi için de günaydın diyip, ne hazırladıklarına bakmak için eyildim. Herkese yetecek kadar sandiviç hazırlamışlardı. Her ikisi de bana "Günaydın" demişlerdi. "Biraz hamaratız sanki?" onlara gülümseyip hazırlandıkları sandiviçi yemek için can atıyordum çünkü leziz görünüyorlardı. Bir süre üçümüz oturup diğerlerinin uyanmasını beklemiştik. Diğerleri de yarım saat içinde tek tek uyanmışlardı. Bu gün krallığı bulmak için yola devam edip yolun tamamını bitirecektik. Hem erzak bakımından hem de yorgunluk bakımından bitmesini istediğimiz bir yoldu. Artık krallığıma belki de aileme  kavuşacaktım.

Herkes uyanınca kahvaltımızı yapmaya başlamıştık. Laura hiçbir şey yemiyor, tek kelime lfa dahi etmiyordu. Onun bu haliher ne kadar beni üzse de söyledikleri bir an olsun aklımdan silinmiyordu. Belki de söylediklerinde haklılık payı vardı. Sonuçta kime ne oluyorsa baş nedeniben oluyordum. Bu durum canımı sıkarken kafamdaki düşünceleri bir süreliğine kenara bıraktım. "Ee, bilmecenin diğer yarısını nasıl çözeceğiz?" Emma haylaz bir çocuk gibi gülümseyip bana baktı "Bilmecenin diğer cümlesini de buldum." gözlerim heyecanla açılıp Emma'nın konuşması için başımı aşağı yukarı salladım. "Bilmecede ; Kadim dostun kimler ise savaşı onlar haklar, diyordu. Biz seninle birlikte krallık için büyük bir savaşa girdik zaten. Bilmeceye göre de en kadim dostların bizler oluyoruz. Bilmecenin ikinci cümlesi de tamamdır. Geriye de son cümlesi kalıyor." Emma bana gerekli açıklamayı yaparken bilmecenin geri kalanını düşündüm. Fakat aklıma en ufak fikir dahi gelmiyordu. Yemek boyunca düşünmeye devam ettim.

Hep birlikte hazırlanıp yeniden atlarımıza bindik. Yolumuza kuzeyden devam etmek zorundaydık. Yol biraz uzayacaktı ama elimizden gelenin en iyisi buydu. Eğer yeniden eski yolumuza dönersek yolumuz birkaç gün daha uzardı. Bizim ise daha fazla yorulmaya zamanımız yoktu. Atlarımızla hızlı tempoda yola devam ederken Adal varken hiç yarış yapmadığımız aklıma gelmişti. "Hey ilerideki kayalıklara kadar yarışmaya var mısınız?" herkes söylediğime heyecan ve coşkuyla cevap vermişti. Hepimiz aynı yerde durmuştuk. Albert üçten geri geri saydı ve yarış başladı. Atım Arod'a koşması için motivasyon verirken Albert bana yetişmişti bile. Diğer yarış kadar eğlenceli ve güzeldi ama bu sefer kardeşim de vardı. Atımla rüzgara karşı meydan okurken saçlarım dağılıyordu ama bu umrumda bile değildi. Yarış esnasında ciğerlerime kadar dolan temiz hava beni rahatlatırken yeniden yarışa odaklandım. Tam kayalıklara yaklaştım derken yanımdan birisi rügar misali geçmişti. Hızla kayalıklara varan kişi Adal'dı. Atına ustalıkla biniyordu. Her ne kadar ayrı kalmış olsak da, Adal bile eğitim görmüştü. Hatta o bizden daha tecrübeliydi çünkü eğitimi beş yaşında başlamıştı. Mutlulukla ona bakarken "Adeta rüzgar gibiydin. Bir an yanımdan kimin geçtiğini bile anlayamadım." iltifatlarımı kardeşime iletirken bana sevinç dolu gözlerle baktı. Kayalıkların hemen ilerisinde büyük ve güzel bir çeşme vardı. Çeşmenin yanında uzun, geniş gövdeli iki ağaç vardı. Ağacın yanındaki çeşmenin ise etrafını sarmaşıklar kapatıyordu. Akan suyun sesi kulaklarıma huzurla gelirken gülümsemeden edememiştim. "Doğal ortamları daha çok seviyorsun sanırım."  Albert yanıma gelmiş hayran dolu bakışlarıyla beni süzüyordu. "Evet öyle, ihtişamdansa doğallığı tercih ederim."  gözlerim onun karamel rengi gözleriyle buluşurken araya giren sesle arkamıza döndük. "Şu ilerideki çeşmede biraz duralım da atlarımız su içip dinlensin." Axel parmağıyla ilerideki çeşmeyi işaret ettiğinde hepimiz onun sözlerine uyarak çeşmeye ilerledik. Atımdan inip su içmesini sağlarken diğerleri atlarına su içirmiş serbest bırakmışlardı. Atlar yerde dinlenirken bende etrafın büyüleyici güzelliğine bakmaya devam ettim. Yeni yeni solan ağaç yaprakları, kuşların neşeli cıvıltısı, minik böceklerin kış telaşı, güneşin fazla sıcak olmayan ısısı, mis gibi kokan toprak ve etraftaki yeşillik alan beni büyülemeye yetiyordu.

Arkamdan gelip koluma dokunan kişiyle irkilmiştim. Laura çaresiz gözlerle bana bakıyordu. "Biraz konuşalım mı?"  sesi öylesine kısık çıkmıştı ki ben bile zor duymuştum. "Tabi ki konuşabiliriz." diyerek kayalıkları işaret ettim. Birlikte kayalıkların olduğu yere gidip yere oturduk ve onun konuşmasını bekledim. Kısa süren sessizliğin ardından sessizliği Laura bozdu. "Ben, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok özür dilerim Aleda." gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Onun göz yaşlarını silip sarılmak istemiştim ama bunu yapmadım. "Ben gerçekten özür dilerim. Öyle demek istememiştim. Sadece o an çok üzgündüm, kendimde olduğumu bile sanmıyorum." sustu, derin derin nefes alıp devam etti "Ben onu öldürdüm, bunun suçlusu olarak da seni gördüm ama sen suçlu değildin. Hiçbirimizi gelmek için zorlamadın, aksine bizler seninle geldik. Ben bu yaptığımdan çok utanıyorum Aleda. Lütfen beni affeder misin?" onun gözlerinden akan yaşlara bakarken benim de çoktan ağladığımı yanaklarımı ıslatan göz yaşlarımdan anlamıştım. Göz yaşlarımı elimin tersiyle silip onun gözlerine baktım. "Beni suçlu bulmanı anlaya biliyorum. O gün söylediklerinde belki de haklıydın. Belki de en başından beri kimseyi yanımda getirmemeliydim. Sizleri tehlikeye atmamalıydım. Ama gitmek istiyorsan, birkaç muhafıza haber salıp seni gelip almalarını isteyebilirim. Yeniden evine ve ailene dönersin. Seni her gün bu şekilde karşımda üzgün görmeye dayanamıyorum. " susup ondan bir cevap bekledim. Laura yere bakan gözlerimi yüzüme çevirdi "Hayır, ben sizlerle geleceğim. Söylediğim o utanç verici şeylerden sonra bunu telafi etmeliyim."  onu anlayabiliyordum. Kendini çok suçlu hissediyordu, bunun ne demek olduğunu da en iyi ben bilirdim. "Tamam öyleyse yanımızda kal." yüzüne hafif bir gülümseme oturdu "Peki beni affeder misin?"  gözlerine derince baktım. "Tabi ki affederim." diyip gülümsememi arttırdım. Laura kollarını boynuma dolayıp sarıldı. Onun sarılmasına karşılık verdim. "Hadi bakalım sen diğerlerinin yanına git. Ben de Arod'a bakıp geliyorum hemen." diyerek Laura'yı diğerlerinin yanına göndermiştim.

Her ne kadar gülümsüyor olsam da yüzüme vurulan gerçeklerden sonra affallamıştım. O gün savaştan sonra Laura'nın söyledikleri kalbime şimşek misali inerken içimdeki acı daha da harlanmıştı.

Buzulların ortasında kalmış buz dağı gibiydim. Dışarıdan bakınca buz dağının görünen kısmını  andırıyordum, sadece güler yüzümü  sunuyordum insanlara. Fakat birde bunun altındaki duygular vardı, işte o duygular da buz dağının geri kalanını  temsil ediyordu. Sadece görebilene açıktı. İnsanlar ise duygularım için daima kördü.

Sessizliğimin içine gömülmüş oturuyorken birden karşımda Hera belirdi. Yine aynı asilliğiyle duruyordu karşımda. "Yine çok düşünüyorsun Aleda?" dedi sorarcasına. "Laura," diyip susmuştum. Kısa bir süre sessizlik geçti aramızda "Benden özür diledi. Kabul ettim ama içimde anlamlandıramadığım şeyler var." çaresizce nefesimi verip Hera 'ya baktım. "Ona, söylediklerine çok kırgınsın fakat eskisi gibi de olmak istiyorsun değil mi?"  Hera düşündüğümden de zeki birisiydi. Olayları tek bir bakışta anlayabiliyordu. "Evet doğru. Bana yardım et Hera, bana yol göster." Hera bir süre düşündü. Benim etrafımda tur atıp yeniden karşıma geçti. "Sana, senden başka kimse yardım edemez. Sana, senin düşüncelerinden başka düşünce yardım edemez. Sen kendin için en iyisini yapacaksın. Hem kendin hem de Adal için en iyi olanı. Sen zeki birisin Aleda." söylediklerini kafamda tarttım. Hera haklıydı, hem Adal için, hem dostlarım için en iyi kararı verebilirdim. Herkes için en iyi kararı vermeliydim. Biz bir bütündük, dostluk bunu gerektirirdi.  Kardeşlik bunu gerektirirdi. Verdiğim karardan pişman olacağımı düşünmüyordum. Çünkü ben kimsenin duygularını buz dağının yalnızca görünen tarafından bakmak istemiyordum. Laura'nın acıları vardı, dinmeyecek haykırışları. Onların bana zaman tanıdığı gibi benim de ona zaman tanımam gerekiyordu. Biz arkadaştık, aramıza böyle şeylerin girmesine izin veremezdim.

"Bana, benim düşüncelerimden başka düşünce yardım edemez! Ben en iyisini yapacağım, dostlarım için de kardeşim için de." diyerek Hera'yı onaylamıştım.  "Peki çabalarsam krallığımı bulabilecek miyim?"  Hera bir adım yaklaştı. "İnanç ve azim insanin uğraşlarının temelidir. Sen inan, azim et, çabala. Olmasını istediğin ve dilediğin şeyler zamanla karşına çıkacaktır. Sen çabaladıkça elde etmek istediğin her şey gerçekleşecek. Ben sana inanıyorum." Hera'nın söyledikleri içimde yeniden umut biriktirmişti. Ben inanırsam her şey olur diye geçirdim içimden.

Tam o sırada gökyüzünden kükreme sesleri duyuldu. Hera koruma iç güdüsüyle önüme geçerken hızla diğerlerinin yanına gitmem için seslenmişti. Onu dinleyerek diğerlerinin yanına koştuğumda kükreme sesini birkez daha duymuştuk. Sanki gök yarılıyordu, sanki gök olanlara isyan ediyordu. Bir kükreme sesi daha duyuldu, bir tane daha ve bir tane daha.

KAYIP KRALLIK YENİDEN DOĞUŞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin