Hastane koridorları hiç bu kadar sessiz olmamıştı. Uzun, kederli bekleyiş sisli bir dağ dumanı gibi üzerlerine çökmüştü. Taehyung hem her şeye, bağırıp çağırıp, kırıp dökmek istiyor hem de kendini bir odaya kapatıp deli gibi ağlamak istiyordu. Mia'nın kapalı kapılar ardında yaşam mücadelesi veriyor olması canından can götürmüştü. Taehyung titrek bir nefes verdi. İçi öyle yanıyordu ki sanki oksijen yerine ateş soluyormuş gibi hissediyordu. Elini yumruk yaparak göğsüne vurdu. Tanrı işlediği günahların bedelini mi ödetiyordu ona? Daha öncesinden sevdiği bir insanı kaybeden biri olarak Taehyung bu acının hiçbir şeyle kıyaslanmayacağını biliyordu. Acı öyle yoğundu ki nefes bile almakta güçlük çekiyordu.
Ama en çokta sinirliydi. Öfkesini önüne çıkan herkese kusmak istiyordu. Canını yakanların canını almayı, nefesini kesenlerin, boğazını kesmeyi istiyordu. Taehyung bu duygulara yabancı değildi. Luhan öldüğü gün pusuya düşürülmüşlerdi. Sadece beş kişiydiler. Karşılarında büyük bir terörist grubu etrafını sarmıştı. Taehyung orda Luhan dahil üç arkadaşını daha kaybetti. Taehyung o günü hatırladı. Deli gibi etrafa ateş atıyordu. Yarım saatte elli sekiz kişilik terörist grubunu tek başına imha etmişti. Öfkesi onu hayatta tutmuştu ama Luhan'ı kurtaramamıştı. Aynı öfke yavaş yavaş büyüyen zehirli bir filiz gibi vücudunu sardı.
Lavaboya girdiğinde aynanın karşısına geçti. Dağılmış saçlarına ağlamaktan kızarmış gözlerine baktı. Gömleğinin bir tarafı çıkmış, avare bir görüntüsü vardı. Onu gören yıllardır bu halde olduğunu düşünürdü. Sinirle saçlarını karıştırdı. Aynaya bir yumruk atmak üzereyken kendini durdurdu. Çünkü tam yumruk attığı yerin yansımasında Jungkook'un üzgün suratını gördü. Yavaşça Taehyung'un arkasında durdu. Aynadan birbirlerine uzun uzun baktılar.
Taehyung alt dudağını ısırıp arkasını döndüğünde ani bir hareketle Jungkook'u göğsüne çekti. Jungkook titrek bir nefes verdi ama kendini geri çekmedi. Bunun yerine gözlerini kapatıp Taehyung'un kendisine sarılmasına izin verdi. Elini Taehyung'un sırtına kaldırıp yavaş yavaş rahatlatmak ister gibi okşadı. Şimdi savaş zamanı değildi. Taehyung her zor anında yanında olmuştu şimdi sıra Jungkook'daydı. Birbirlerine deli gibi bağırıp çağırabilirlerdi. Kalplerini sonrayı hiç düşünmeden kırabilirlerdi ama hiçbir şey aralarında olan çekimi engelleyemezdi. Ne kadar tamamen birbirlerinden farklı da olsa yine bir o kadar da birbirlerine benziyorlardı. Taehyung kalbi kırık bir asker, Jungkook, babasının yasını tutan bir oğuldu. Kayıplar verdiler, acılar çektiler.İkiside ruhlarını uzun zaman önce kaybetmişti...
"Ona bir şey olursa dayanamam Jungkook." Taehyung'un sesi boynunda titredi.
"Biliyorum."
"Yaşayamam..."
"Biliyorum."
Jungkook sessizce mırıldandı. Şuan kelimerle Taehyung'a ağırlık veremezdi. Taehyung kendini yavaşça Jungkook'dan geri çekti. Az önce deli gibi kavga ederken şimdi tüm acılarını iyileştirecekmiş gibi Jungkook'a sarılmıştı.
"Yanımda olup bana destek verdiğin için teşekkür ederim." Dedi Taehyung. Sesi boğuktu. Boğazındaki yumru konuşmasını zorlaştırıyordu.
"Sen de aynı şeyi yapardın." Jungkook söylediğinde kafasını eğdi. Hayatının anlamı olduğunu söylediği kızı Mia'nın yaşam mücadelesi veriyor olması Taehyung'u derinden sarsmış olmalıydı. Taehyung'a hiç bu kadar çaresiz görmemişti. Jungkook'u her şeyden korumaya çalışan adam karşında un ufak olmuş, bir çocuk gibi savunmasız görünüyordu.
"Jungkook ben özür dilerim."
Taehyung'un gözleri pişman bir hüzünle Jungkook'a baktı.
"Asıl ben özür dilerim Taehyung. Acını önemsemeden aşkını küçümsedim. Ben hiçbir şeyi bilemezdim.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Minister ; TaeKook
FanfictionGüney Kore İçişleri Bakanı Jeon Jungkook ve onun koruması Kim Taehyung. - TaeKook çiftine izin alınarak uyarlanmıştır. Bu hikayenin yazarı 'kaiyehet ' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendisine aittir. Yazar kurgulamama izin vermiştir. Kanıtı olar...