two

279 33 9
                                        

İnsan, duygularıyla insandır. Onu diğer canlılardan ayıran duygularıdır.

Ancak yine insan, kendini duygularıyla bitirir.

Fakat ben, bitsem bile Jungkook'a olan duygularımdan bir gün bile şikayet etmedim. Kendimi ona olan aşkımla bitirdim, benliğimi yitirdim ve kendimi onda kaybettim. Gözümü açtığım her sabah, gözümün önüne gelen görüntüsüyle canlandım; uyumak için kapattığım gözlerimin önüne gelen kız arkadaşı ve onun görüntüsüyle öldüm.

Şimdiki gibi, sınıfın camının beton çerçevesine oturmuş, okulun büyük bahçesinde kız arkadaşı ve diğer arkadaşlarıyla bahçeyi bilmem kaçıncı kez turlamasını izliyordum. Çok sevdiğini düşündüğüm lacivert marka uzun kollusunu giymişti, böyle düşünüyordum çünkü sık sık üzerinde görürdüm. Altına ise yırtık siyah dar pantolon giymişti. Oldukça çekici gözüküyordu, hep olduğu gibi.

Bazen Jungkook olmasaydı kendimi, hayatımı ve etrafımdaki şeyleri bu kadar derin sorgulayabilir miydim merak ediyordum. Belki de o olmasaydı kör yaşayıp gidecektim. Çaresiz ve savunmasız olabilirdim ama Jungkook beni canlandırıp öldürdüğü kadar birkaç şey görmemi de sağlamıştı.

Kafamı havanın serinliği ile soğuklaşan cama yasladım. Jungkook yavaşça elini kız arkadaşının ince beline sarmış ve onu yakınına çekerek kahkahalar atmaya devam etmişti. Onu böyle mutlu ve kıpır kıpır görmeye bayılıyordum, mutluluğun en çok yakıştığı insandı o.

Bütün bir rüyam boyunca sadece Jungkook'u gülümserken gördüğümü hatırlıyorum. Sadece Jungkook, tavşan dişleri, parlayan dudakları ve duyduğumu düşündüğüm kahkahası. Kahkahasını birkaç kez duymuştum; ilki kantindeydi, ben tek başıma o gün yemek zorunda olduğum birkaç şeyi atıştırırken o kantin sırasında arkadaşlarıyla şakalaşıyordu. Bir anda kahkahası bütün kantine yayılmıştı. Size yemin edebilirim ki duyduğunuz o güzel melodili şarkıları unutturabilirdi. Öyle de oldu zaten. Jungkook'un kahkahası ve ses tonu bildiğim güzel müziklerle kalmadı, her şeyi unutturdu.

Jungkook hiç değişmedi. Tabii dış görünüş olarak büyümeye bağlı değişimler yaşasa da benim için hep o mahalleye girdiği gibi olduğu yeri renklendiren çocuktu. Bulduğu her hayvanı beslemekten geri kalmayan, bahçe için annesine yardım eden ve özellikle kırmızı güzelleri sulayan, babasının kamyonetiyle alışveriş yapmaya bayılan ve arada bir sabahladığı geceler dışarıyı izlemekten keyif alan Jungkook'tu benim için.

Çoklu Evren Teorisi. Okuduğum bir makalede görmüştüm bu başlığı. Söylenene göre bir sürü farklı durumda olduğumuz evrenler mümkün olabilirmiş. Aklıma ilk gelenin Jungkook olduğunu hatırlıyorum, onunla rahatça konuşabildiğim ve onu rahatça sevebildiğim bir evren mümkün müydü?

Tek istediğim o evren hangisiyse sonsuza kadar varlığını sürdürmesi çünkü benim Jungkook'a olan aşkım son bulmayacak. Evet, belki Jungkook benim farkımda olmayacaktı hiçbir zaman ama ben onun hep yanında olmaya çalışacaktım. Onun için en güzel dualarımı edecek, tanrıyı onunla birlikte anacak, tanrıya Jungkook'a iyi bakması için yalvaracaktım.

Jungkook için yaratılmış bir köle gibi gözükebilirdim ancak ona olan yaklaşımım hep kendi irademe bağlı olarak gelişti. Ne yaptıysam bilerek ve sonuçlarını hesaba katarak yaptım. Köle değildim ama Jungkook için yaratıldığımı biliyordum. O bana hiçbir zaman ait olmasa bile ben, öldükten sonra da Jungkook'a ait olmaya devam edecektim.

Kendimi bana gösteren, beni bitirdiği kadar yaşamı sevdiren bir adam için bunlar bir hiçti.

*!+ 𝙨𝙞𝙡𝙫𝙚𝙧 +!*

all the things he saidHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin