Gözlerini hafifçe aralayınca gökyüzünden yavaş yavaş çekilmekte olan yıldızlarla göz göze geldi. Neler olduğunu anımsamaya çalışsa da zihni dipsiz bir boşluk gibi geliyordu, hatırlayamıyordu.kaldırımda boylu boyunca yatıyordu. kollarını kıpırdatmaya çalıştı ama bu denemesi başarısız oldu. sanki vücudundaki tüm kemikler birer cam kırıntısıydı ve hareket ettikçe derisini parçalıyordu. ama buna aldırmadan yerinde doğrulmaya çalıştı. hava soğukdu, sert esen rüzgar yüzünü yalayıp geçiyordu. kafasını toplayıp odaklanmaya çalıştı. kaldırımın kenarına çarpıp parçalanmış olan saatine gözü ilişti. bu ona abisi Robert'ın hediyesiydi. camında kırıklar oluşmuştu. büyük bir güç sarf ederek sağ omzunun üzerine doğru yattı ve saati kendine doğru çekti. saat 4:27. yarılmış olan alnından iki damla kan gözlerine doğru aktı. tekrar düşünmeye çalıştı buraya nasıl gelmişti ? en son hatırladığı tek şey, 15 gün önce aldığı kitabın teslim tarihini uzatmak için Nacha kütüphanesine gittiğiydi. Tarihini uzattırmıştı ve kaldığı yetiştirme yurduna doğru yola çıkmıştı. ve arkadan ağır bi nesnenin kafasına vurulmasından başka birşey hatırlamıyordu. ciğerlerini tamamen doldurana kadar nefes aldı ve oflayarak geri verdi. bir taraftan lanet yağdırıp küfür ederek diğer taraftan ayağa kalkmaya çalışıyordu. kalktı da ama ayaklarını birbirine dolanınca geri düştü. " tamam tamam bu bir rüya olmalı evet kesinlikle bir rüya bu kadar saçmalık bir arada olmaz yoksa değil mi ? " diyerek söyleniyordu.dizlerinin üzerinde durarak elleriyle kendini ittirdi ve bu sefer ayağa kalktı. kendini sabitledi ve gözlerini ovdu, elleri kan olmuştu. tüm dikkatini toplayarak etrafa göz gezdirdi. hava alacakaranlıktı. karşısında rüzgardan devrilmiş bir çöp konteynırı, yere saçılmış çöp poşetleri vardı. bir metre uzağında yanıp yanıp sönen bir sokak lambası sanki karanlığa göz kırpıyordu. etraf çok tenhaydı. arkasını döndü, yıllar öncesinden kalmaya benzeyen basketbol sahasını gördü. etrafta ev falan da yoktu. sanki yıllar önce terk edilmiş bir yere benziyordu. tüm gücü ayaklarına vererek bir kaç adım atmaya çalıştı. diken üstünde yürürmüş gibi bir acı hissediyordu. kollarına bakmak için iki yıl önce Mostmon Mağazasından aldığı siyah ve bir cebi delik olan eşofman üstünü çıkardı. kollarında derin çizikler ve bu çiziklerden akan pıhtılaşmış kandan ve morluklardan başka bir şey yoktu. belki biraz da incinmişti ama sol kolundaki hasar daha büyüktü. gözlerini kırpıştırarak, görüş alanını daha da netleştirmeye çalıştı. uzun ve dar bir yoldu, nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. belki şehrin kuzeyin de belki de güneyindeydi. kim bilir... alnından akan kan o koyu yeşil gözlerini kızıla boyamak için can atıyordu sanki... o değerde en üst rütbeye taşıdığı saatine acı dolu gözlerle bakarken, kirpikleri gözlerinden acı bir yaş gönderdi dudaklarına... üşüyordu, susamıştı ve üstelik acıkmışdı da. ayaklarını sürüyerek yürümeye başladı. arada bir sendelesede düşmemeyi başarıyordu. hemen az ilerde yıkık dökük tam anlamıyla harabe bir yer vardı. eşofman üstünü omuzlarından attı üstüne geçirmeye gücü yoktu. korka korka, temkinli adımlarla geçti bu harabe yerin yanından. bir ara bir ses duyar gibi oldu, durdu dinledi ama bir anlam veremedi. dahada sıklaştırdı adımlarını. ilerde yol ayrıma gelince durdu. sol tarafta sokak lambaları daha da sıklaşıyordu bu onu bir caddeye çıkarabilirdi sola döndü ve etrafa bakarak koşarcasına yürüdü. yürüdüğü zemin toprak ve çakıl taşlarından oluşuyordu. 15 dakika boyunca daha yürüdü. zaman zaman da koşmaya çalıştı ama vücudu buna olanak tanımıyordu. bir taraftan bunu ona kimin, neden yaptığını düşünüyor bir taraftan da biran önce sabah olması için dua ediyordu. çünkü sabah olursa birinin onu bulma şansı daha da yükselirdi. belki de yurt müdürü çoktan polise onun kayıp olduğunu bildirmişti. belki de şimdi onu arıyorlardı.
"Elbette arıyorlardır, sakin ol daha sakin " diyerek sesli düşündü. hava yavaş yavaş ağarıyordu. saatine baktı 5:31. neredeyse sabah olmuştu. biraz olsun rahatladı.rüzgar da hırçınlığı kaybetmiş, daha merhametli esiyordu. biran durdu ilerde asfaltlı bir yol gördü, ışıklar yoğunlaşmaya başlamıştı. kendine devamlı başaracağını söylüyordu ama aklının bir köşesinde beynini kemirip duran bir çaresizlik vardı. kestane renkli düz saçları dudaklarına dokundu, işaret parmağıyla geri çekti. sonunda asfalt yola çıkmıştı ilerde tek tük de olsa evler gözüküyordu " Başardın Anaco işte başardın " dedi kendi kendine. Anaco onun lakabıydı, Anaconda'nın kısaltması... çocukluğundan beri yurt hocaları onu hep böyle çağırmıştı ve herkes bunu devam ettirip onu öyle tanımıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMÜN RENGİ
Mystery / ThrillerÖlümün rengini daha önce keşfetmiş miydiniz ? Siyah mı ? Ve yahut alev kırmızısı ya da duman rengi ? Annesinin ölümünü mevsimsiz getirmişlerdi. O gün ölümün mevsiminin olmadığını anladı. Ve mevsimsiz ölümlere, ölümün rengini getirmeye ant içti !