Gördüğü rüyanın gerçekliği yüz kaslarını harekete geçirmiş, çenesini kitlemiş ve bir elektrik dalgası gibi tüm vücudunu ele geçirip titremesine neden olmuştu. Annesinin üzerinde beyaz uzun bir elbise vardı. Düz kahverengi saçlarını rüzgara karşı savurmuş kafasına da hasır kahverengi bir şapka geçirmişti. Bu haliyle adeta bir meleği andırıyordu. Annesi onun küçük ellerini kavramış yürümesi için destek oluyordu. Lissa o gün ormanda gezmek için tutturmuş, ağlayarak da olsa zorla annesini ikna etmeyi başarmıştı. küçük ayaklarıyla kelebeklerin peşinden koşturup şirin şirin annesine gülümsüyordu. Daha sonra çirkin şuursuz bir kahkaha sesi duymuştu. Annesini itip kalkmaya başlayan iki devasa adam ve onlara emir yağdırırken bu manzarayı keyifle izleyen bir iblis kılıklı adam. Annesinin kanlı beyaz elbisesi ve yaş dolu gözleri... Göğsünden yükselen hırıltı sesleri... Ve annesinin ateşler içinde acı çeken canlı bedeni, eriyip yanan yüzü..
Odayı dolduran koca bir çığlık atarak sıçradı Lissa yatağından. Terle yıkanmış çarşafları altından çekip yere atarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ağzından çıkan tek şey anne demek oldu. Kafasını yastığa, hıçkırıklarını ise göğsüne gömdü. Derin derin nefes alıp verirken tekrar " anne " dedi.
Kendine gelmek için yataktan sersem sersem kalkıp lavaboya giderek elini yüzünü yıkadı. bir dakika boyunca gözlerini dahi kırpmadan aynaya baktı. Bir sigara yaktıktan sonra uyumadan önce yere söndürmüş olduğu sigara izmaritini alıp çöpe, çarşafı da kirli sepetine attı. Pencerenin ağzına varıp dışarıyı seyretmeye koyulurken sigarasını hızlı hızlı içine çekiyordu.
Bu kabusu defalarca görmüş olmasına rağmen bir türlü etkisinden kolay kolay kurtulamıyordu. Annesi gözlerinin önünde yakılırken sadece beş yaşındaydı. o zamandan bu zamana unutamadığı tek şey annesinin ölmeden önceki yaş dolu gözleri ve o iblis kılıklı adamın yüzü oldu. ve o adamdan o anın hatırası olarak sol avcunun içine kızgın demirle çizilen x harfiydi. bunun anlamını hala bilmiyordu.
Gözleri yurt surlarının hemen yanındaki zerdali ağacına takıldı. İlkbaharın gelişi sebebiyle çıplak dallarının ucunda küçük küçük tomurcuklar yeşermişdi. üç serçe de bu dallarda durmuş soluklanıyordu. Hemen karşısında Jaguar markalı siyah bir araba duruyordu. Lissa daha net görebilmek için gözlerini kıstı. Bunda garip olan neydi ? arabanın orada durması mı yoksa arabanın içindeki adamla konuşan Maria mıydı ? Tabi ki Maria'ydı... Peki konuştuğu o adam kimdi ? Ne hakkında konuşuyorlardı ? Lissa'nın merakı gittikçe artıyordu. Bu esnada odaya kapıyı çalmadan büyük bir enerji patlamasıyla Victoria girdi.
" Ah Aneco bebeğim ! Penceren sarkmak için ne kadar harika bir gün değil mi ?" diyerek hınzırca bir kahkaha attı.
" Sana da günaydın Victoria !"
" Günaydın mı ? Ah seni şakacı çocuk ! saat kaç farkında mısın ? saat tam 14:04. sabah olamayacak kadar geç ! " diyerek küstah bir kahkaha daha attı.
" Ne istiyorsun Viki ? " dedi Lissa bu konuşmadan bıktığını göstererek.
" Ah bebeğim öldüğünü düşünerekten sevinmiştim ama sevincim boğazıma takıldı" dedi ve Lissanın içinde 9 tek sigarası kalmış olduğu paketinden bir tanesini çekip aldı.
" Ah çok komiksin Viki birazdan gülmekten öleceğim o zaman boğazına takılan sevinci yutabilirsin !" dedi Lissa, Victoria'nın sigarasını yakarken.
Victoria uzun boylu, omzunda kesilmiş küt, sarıya çalan saçlarıyla çok güzel bir kızdı. Lissa ile devamlı bir tartışma halinde olsalar bile ikisinin arasındaki bağ hiç kimsede yoktu. Bunu kendileri de fark edememiş olsalar dahi, zamanla fark etmeyeceklerine dair bir kaidede yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMÜN RENGİ
Misterio / SuspensoÖlümün rengini daha önce keşfetmiş miydiniz ? Siyah mı ? Ve yahut alev kırmızısı ya da duman rengi ? Annesinin ölümünü mevsimsiz getirmişlerdi. O gün ölümün mevsiminin olmadığını anladı. Ve mevsimsiz ölümlere, ölümün rengini getirmeye ant içti !