"Hadi ama..." Clay çaresizce telefonundaki güç düğmesine basarken mırıldandı. Şimdiye kadar görebildiği tek şey sadece siyah ekrandaki yansımasını olmuştu ve hala George'u nerede bulacağına dair hiçbir fikri yoktu. Clay'in bu devasa havaalanında esmer olana nerede buluşacaklarını sormanın hiçbir yolu yoktu. Önce telefonunu şarj etmeliydi.
Clay sıkışık havaalanından geçerken, köşedeki müşteri hizmetleri bankolarından birini gördü. Bu bir işime yarar mı- belki hala George için bir uçuş ayarlayabilirim? Yurtdışına bir uçuş için illa ki boş koltuklar olmalı...
Bununla birlikte, Clay önündeki kalabalıktan sıyrılabilmek için tezgaha doğru daha büyük adımlar attı ama sonunda şok edici bir şekilde yavaşladı, çünkü kahretsin ki servis tezgahının kuyruğu koridorun aşağısına kadar uzanıyordu. Tamam neyse, Clay vazgeçti ve sonra çevrimiçi olarak yeniden rezervasyon yapmanın çok daha kolay ve akıllıca olacağını, fakat lanet telefonunun şarjını bitirdiği için aptalın teki olduğuna karar verdi.
Lanet olası aptal telefonunun şarjı yoktu.
Clay küçük bir hayal kırıklığı ile homurdandı ve yürümeye devam etti. Yavaş yürüyen insanlar ve gözleri seğirten seviyede çığlık atan çocuklar yüzünden sabrı tükeniyordu ama kalabalığın arasından yürümeye devam etti. George'u bulana kadar başını düz tutması gerekiyordu ve sonra bir plan yapıp kız kardeşini arayabilir ve fırtınayı bekleyebilirlerdi. Clay, yaşlı bir çiftin etrafından dolandı, neredeyse onlara çarpıyordu ve yanlarından geçerken çabucak bir özür mırıldandı. Kalbi hızla çarpıyordu ve midesi gerginlikten ağrıyordu, bu da zihninin düşünceler ve umutsuz planlarla yarışmaya başlamasına neden oluyordu. Gözleri kalabalığın arasında arkadaşının yüzünü görebilme umuduyla etrafı tararken bacakları daha hızlı küçük bir koşuya geçti. Clay'in şu anda George'a ihtiyacı vardı.
"Hadi ama, neredesin?" dedi Clay ve E kapısının önünde durdu. Herkes havaalanının orta kısmına hücum etmiş olmalıydı, burası neredeyse boştu. George ile alakalı düşüncelerin arasında kararsızca daireler çizerken, çalışanlar ona bakıyorlardı.
"Efendim, iyi misiniz?" İçlerinden biri sordu. Clay, eli telefonda olan ve güvenliği aramaya hazır olan sarışın hostese baktı. Şu anda gülünç görünüyorum. Tamam, derin bir nefes al ve-
"Ah- evet. Evet, sadece birini arıyordum," diye açıkladı ve sormadan önce bir saniye duraksadı: "Yirmili yaşlarının başında bir adam görmediniz değil mi? Kahverengi saçlı ve İngiliz, o bu uçaktaydı ama bir süredir kendisine ulaşamıyorum."
"Bu tanıma uyan bir sürü insan var-" dedi diğer hostes bıkkın bir ses tonuyla.
"Hayır! bekle, sanırım bahsettiğin adam o? Şirin olandan mı bahsediyorsun?" Sarışın kadın sorduğunda Clay gözlerini kıstı. Ne olan?
"Oh! Evet, ismi George'du- bindiğinde biletini taramıştım-" kadın ona açıklamaya başladı ama Clay arkadaşının adını duymasıyla fazla heyecanlanıp lafa atladı.
"Evet! George! Nereye gittiğini gördün mü?" Clay sorduğunda ve kızlar birbirlerine baktı.
"Sanırım herkesle birlikte merkez alana yöneldi," diye yanıtladı ama Clay çoktan arkasını dönmüş ve havaalanının o bölgesine doğru koşuyordu.
"Teşekkürler!" Omzunun üzerinden seslendi. Gözden kaybolur kaybolmaz utanarak yüzünü ovuşturdu, George hakkında o konuşmayı duymak zorunda olmanın acı verici tuhaflığı yüzünden başı ağrıyordu.
Clay, tüm bu karmaşadan sonra yavaşça geldiği ilk yere geri döndü ve kendisini tekrar servis masasının önünde buldu. Dudaklarını sıkı bir çizgi halinde bastırdı ve hızla hareket eden çalışanların üzerinde yayınlanan ekrana baktı, listelenen uçuşların iptal edilerek kırmızıya dönüşünü veya dolu olduğu için kayboluşunu izledi. Bu çok aptalca- kasırgayı nasıl planlamazlar? Arkasını dönerken acı acı düşündü. Sabırsızlığı her saniye daha da katlanıyordu, ama inatla sıranın sonunu buldu ve oraya geçti. Sadece diğer her şeyi görmezden gel. Gözler ileri ve derin bir nefes al. George eninde sonunda ortaya çıkacak.