Burnuna dolan tatlı koku yavaşça ciğerlerine ilerlediğinde yastığın yumuşak kumaşına temas eden yüzünü hafifçe sağa çevirdi ve gözlerini araladı. Gökyüzü usul usul ışığını kristal camlardan odanın içerisine alıyor, yatağın tül perdelerinden sıyrılarak gözlerini aydınlatıyordu. Bedeninde baskılanma yaratan yorganı kavradı ve usulca yataktan doğrularak üzerinden kaldırdı.
Balkon kemerinin önünde durmuş gökyüzüne bakıyordu. Ellerini arkasında birleştirmiş, bembeyaz gür saçlarının rüzgar eşliğinde savrulmasına izin vermişti. Üzerinde bol, iki üç düğmesi açık beyaz bir gömlek; altında beyaz, kumaş bir pantolon vardı.
Bu kadar ilahi görünmesine karşın hayatını cehenneme çevireceği gerçeği öfkeyle yüzünü buruşturmasına, üzüntüyle gözlerinin dolmasına neden olmuştu. Burnunu çektiğinde gözlerini, kafasını çok hafif hareket ettirerek Mera'ya çevirdi. Gözlerini ondan ayırdı ve kafasını eğip yorganı seyretmeye başladı ama o hâlâ gözlerini Mera'dan ayırmıyordu.
Ellerini birbirinden ayırdı ve yavaş adımlarla yanına geldi. Ürkütmemek için özel bir çaba sarf ediyordu. Elini yatağa yerleştirdi ve sakince yatağa, Mera'nın yanına oturdu.
Gözlerini yumdu, korkmuyordu ama korkuyordu da. Bunun nasıl bir his olduğunu bilmiyor, adlandıramıyordu. Gerginlikle parmaklarını avuçlarına gömdü. Saç tutamları yavaş yavaş eğdiği kafası nedeniyle yüzünü örterken gözlerinin verdiği rahatsızlıktan az da olsa sıyrılmıştı.
Elini kaldırıp parmaklarını saç tutamlarının arasına daldırmak istediğinde izin vermedi ve kendini hızla geri çekti.Mera, ona dokunmasını istemiyordu; onu görmek, onu duymak, onu hissetmek istemiyordu.
Bu yaptığına karşılık hiçbir tepki vermedi. Parmaklarını avucuna kapattı ve yavaşça geri çekti. "Hazırlanman için sana yardımcı olacaklar, daha sonra Alav Salonuna in."
Sessizliğini bu cümlelerle bozacak kadar gaddar olamazdı. Bunu Mera'ya yapamazdı!
Öfke ile yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı ve o ayağa kalkıp Mera'ya arkasını döndüğünde sesinin titrememesine özen göstererek konuştu. "Hayır!"
Durdu...
Düşündüğünden daha gür çıkan sesine karşılık, tek yaptığı tekrar Mera'ya dönmek olmuştu.
Sadece, geceliğinin açıkta bıraktığı çıplak bacaklarını örten yorganı öfke ile üzerinden savurdu ve yatağın kenarına kayıp yataktan kalktı. Ona önünü döndü. "Ben, senin kölen değilim!"
Sessizliğini korudu ama gerildiği her halinden belliydi.
Bir vampirle tartışmak ne kadar doğru olurdu bilinmez ama her kim olursa olsun, Mera özgürlüğünü kısıtlamasına izin veremezdi. Bunu, ona yapamazdı. Mera, onun kölesi değildi!
Ona yaklaşmadı, Mera'ya yaklaşmadı...
"Bunu istemiyorum! Krallığını, tacını, tahtını, gücünü! Seni istemiyorum!"
Öfke ile kasılan bedenini rahatlatmak için derin, titrek bir nefes verdi ve sessizce yutkunup dudaklarını ısırdı. "Ben buraya, bu dünyaya ait değilim." Bedeninin titremesi yavaş yavaş artarken bunu durdurmak için parmaklarını, avuçlarına gömdü. "Beni burada zorla tutamazsın!"
"Seni zorlayamayacağım, kendi iradenle hareket edeceğin şeyler var." dedi. Mera'nın aksine fazlasıyla sakin ve soğuktu. "Ama, bu onlardan biri değil." diye devam ettiğinde, dolan gözlerinden düşen damlalara seyirci kaldı.
Derin bir nefes aldı ve yatağın çevresinden dolanıp Mera'nın karşısına gelene kadar ilerledi, ama daha da yaklaşmasına izin vermedi. Bir adım geri gidip hızla elini kaldırdı. "Daha fazla yaklaşma!"
Komutuna uydu ve olduğu yerde durdu. Çehresi, ardı kesilmez gözyaşları ile süslenirken, "gitmeme izin vereceksin." Gözyaşları daha da arttı. "Aksi takdirde sevgili Krallığın, Kraliçelerinin ölümünden seni mesul tutar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe
FantasyMera Çağlayan, 21 yaşına girdiğinde arkadaşları ile kamp kurmaya gitmişti, o günden sonra hayatı ve bildiği her şey tamamen değişti. Ormanda karşısına çıkan bir adam onu bilmediği bir dünyaya getirmiş ve ne yaparsa yapsın geri dönememişti... Sandığı...