Baş ucumda ki telefonum ardı ardına titrerken gözlerimi açmadan elimi telefona doğru savurdum. Elime gelen telefonu açıp aramayı cevaplarken öyle uykuluydum ki eğer beni arayan kişi yeterince önemli değilse öldürebilirdim."Alo,Naruto." En yakın dostum Sakura'nın sesini duyarken kaşlarım çatıldı.
"Hmm?" Uykulu halim yüzünden çatlamış sesim karşı tarafa ulaştığı andan, pembe saçlı kızdan öfkeli bir oflama duyuldu.
"Hala uyuyormusun?! Nasıl bu saate kadar uyursun Naruto! Öldün mü diye merak ediyordum." Gözlerimi açabilseydim eğer devirirdim ama şu an o'na bile halim yoktu.
"Abartma -tebayo," telefonu kulağımdan çekip hapörlere aldım. "En fazla saat kaç olabilir yani." Gözlerim telefonumda ki saate kaydığında uykulu halimden eser kalmamış kendimi yataktan yere fırlatmıştım. "Oha! Niye uyandırmadınız beni tebayo. Dükkanı da açamadım. Saat nerdeyse 4!" Genelde 9'da uyanır, dükkanı açar ve günüme devam ederdim. Ama bu gün nedense ölü gibi uyumuştum. Ve onun gelmesine çok az kalmıştı.
Yatağa fırlattığım telefondan homurdanmalar yükseldi. "Seni kaç kere aradım haberin var mı senin? Her neyse, bu akşam sana geleceğiz toplanıp. Haber verelim dedik." O'nu onayladıktan sonra hemen banyoya koşturdum. Üzerimdekileri kirliye fırlatıp duşa kabine attım kendimi.
Banyodan çıktıktan sonra onun gelmesine sadece 10 dakika kaldığını fark ettim. Eğer dükkanda olmadığımı görürse gideceğinden endişeleniyordum. Elime geçen ilk sweat ve kotu giyinip yukarı kata doğru koştum.
Evim, dükkanımın içinden açılan bir kapıyla yerin altına doğru gidiyordu. Eskiden ailemin savaşlarda korunmak için kullandığı sığınağın üst kısmını pastane haline getirmiş, sığınağı ise evim olarak kullanıyordum. Yerin altında olmasına rağmen deprem ve ya çökmelerden bile beni koruyabilecek kadar sağlam olan evim oldukça güzeldi.
Ayağımda ki pandufları ayakkabılarıma değişmeden yukarı çıktım. Pastaneye girdiğim anda gözüme ilk çarpan şey, sağanak yağmur ve kapıya yapışmış halde, kendini yağmurdan korumaya çalışan siyah gözlerdi. Gözlerim endişeyle açılırken kapıya doğru koşturdum. Tanrım!
Kapıyı açtığım gibi kolundan yakalayıp içeri çektim onu. "Bu hava da bile şeker almaya geldiğine inanamıyorum Dattebayo." Endişem sesime yansırken genci sandalyeye oturtup geri eve koşturdum. İkişerli, üçerli elimde ki havluyla geri merdivenleri çıkarken siyah saçlara ve gözlere sahip çocuk montunu çıkartmış, sandalyeye asmıştı. Kollarını etrafına sarmış kendini ısıtmaya çalışıyordu belli ki. Elimdeki havluyu gencin etrafına sararken dişlerimi sıktım. Nasıl bu kadar çok uyuyabilirdim?! Aklım almıyordu.
"Üzgünüm." Fısıltımı kendim bile zor duyarken genç duymuş hafifçe gülümsemişti. "Ne için?" İlk defa. İlk defa kırmızı şeker istemeyen sözleriyle bana ithaf ediyordu. Kalbim kan ponpalamayı saniyeliğine unutmuş olsa da anında toparlamayı başarmıştım. "Uyku- ahm. Uyuya kaldım. Dükkanı açmayı unutmuştum, oysa bu saatlerde geldiğini biliyorum..." dertli dertli konuşurken hafifçe kıkırdadı. Ah! Gülüşü. Gülüşü! Çok, çok güzeldi. Değmezdim, kimse değmezdi bu gülüşü görmeye. Öyle sakin, öyle hoş ve huzur doluydu ki...
Gülümsemesi saniyelerce uzarken gözlerini kısarak baktı bana. "Geldiğim saatleri nerden biliyorsunuz?" Gözlerimi kaçırırken seslice yutkunmaktan kendimi alıkoyamadım. "Her gün, ah- her gün aynı saatte geliyorsunuz tebayo. Ondan yani..." Kekeledigim için içimden sövmeden edemedim kendime. Havluyla etrafını kurulamayı bitirdiğimde önce ona kıyafet getirmeyi düşündüm ama bunun fazla kaçabileceğinden endişeliydim.
"Size," Tezgaha doğru ilerledim. "Çay ikram etmeme izin verin lütfen. Oldukça üşümüş olmalısınız." Tezgahın yanında duran ısıtıcıyı açıp bir şey demesini beklemeden su koydum ocağa. Çay paketlerini açarken dün geceden hazırladığım pastaları çıkardım. Bir şeyler ikram edebilirdim sanırım.
Çayı hazır edip, pastalarıda masaya yerleştrdiğim de hala üşüdüğünü gördüm. Tezgahın arkasında duran örtüyü alıp omuzlarına serdim, hafif çatık kaşlarıyla beni izliyordu. Saf bir merak vardı suratında. "Hala üşüyor olmalısın Dattebayo." Diye mırıldandığımda gözleri parlamıştı. "Her müşterinize böyle sıcak mı yaklaşıyorsunuz?" Çay dolu fincana uzanıp bir yudum aldı. Dudakları kıvrılırken devam etti. "Rahatsız olduğumdan değil de. Her geçene güvenmemek gerek sonuçta-" suratıma merakla baktığında ne istediğini anlamamıştım. "Adınız?" Ağzıma farkındalıkla O şeklini alırken fincanıma uzandım.
"Naruto. Uzumaki Naruto Dattebayo." Öylesine bir gülümseme yerleşti ki dudaklarına. Küçük bir çocukmuş gibi. "Benim adım Uchiha Sasuke. Tanıştığıma memnun oldum Naruto."
Alev alev yanan içim adımı böylesine güzel hiç duymadığını söyleyen beynimle kapışırken, bu hissiyatı nereden tanıdığımı sorguladım saniyeliğine. O Sasuke'ydi. Aylar sonra, onca zaman boyunca beklediğim kişinin adı Sasuke'ydi. Sasuke.
___________________________________________
İyi okumalar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Candy(Sasu-Naru)
FanfictionŞekerci dükkanında çalışan genç sarışının, siyah gözlere olan aşkıyla başlıyor her şey. Her gün düzenli olarak kırmızı şekerlerden almaya gelen siyah gözlü adam. Onun için asla bulunmayacak bir nimetti. Kalbine dokunması için yalvaracak kıvama geldi...