Yorgun uyandı. Aklına ilk gelen bugün nasıl cümle kuracağıydı. Kelimelerin dahi onu anlatabilecek gücü olduğuna inanmıyordu. Ne söylese boş, ne anlatsalar anlamsızdı bugün. Yetmiyordu hiçbir şey içindeki lâl olmuş , huzursuz çocuğun derdini anlamaya. Bazen birine dökülmek geçerdi içinden ne anlatacağını bilmeden. Ne söylese de ne kadar anlatsa da hep eksik kalacağına inanmıştı bir şeylerin. Tıpkı yakasını kurtaramadığı çocukluğunu anlatamadığı gibi... Rüyalarından mı çıkmıyordu bu aksi çocuk yoksa rüya sandığı bir gerçekliğin içine mi saplanmıştı? Ayırdına varamayacak kadar sersemdi. Bir an işe geç kaldığını sandı bu kadar şeyi düşündüğünü fark edince ama uyanalı henüz beş dakika olmuştu. Oturduğu yataktan kalktı, banyoya giderken Joker'e "Günaydın!" dedi. Suyunun ve yeminin bittiğini fark edince geri dönüp mutfaktaki dolaptan yemini aldı. Su kabına suyunu da doldurduktan sonra tekrar Joker'in yanına döndü. Joker onun kıymetlisi, yoldaşı, sırdaşı, zeki arkadaşı... Arkadaşlarına göreyse sıradan bir papağandı. Oysa Balın, Joker'i birçok arkadaşından daha zeki ve mantıklı bulurdu. Joker'i sıradanlaştıran cümleler sarf eden arkadaşlarına bu düşüncelerini hiç çekinmeden yüzlerine söylerdi. Bu hakaretlere maruz kalanlardan biri de iş arkadaşı İnanç'tı. İnanç, bıkmadan usanmadan "Şu hayvana ne kadar anlam yüklüyorsun? Altı üstü bir kuş işte!" derdi her ziyaretinde. Tabi anında kaya kadar sert cevapları alırdı Balın'dan. Aslında İnanç'la araları iyiydi. Sadece Balın'a takılmaktan zevk aldığı için mi bilinmez Joker'e laf saymadan duramazdı İnanç. Zaten hiçbir zaman ona kırılmamıştı Balın. "İnanç'ın her zamanki gevezelikleri işte..." der, üzerinde bile durmazdı. İnanç'ı sever, zor zamanlarında hep yanında olurdu. Aslına bakılırsa hayat felsefeleri birbirinden çok farklı olsa da ona anlam veremediği bir bağlılığı vardı Balın'ın. İnanç, hayatın tadını çıkarmayı seven, konuları çok irdelemekten hoşlanmayan, rahatına düşkün herifin tekiydi Balın'a göre. Bir keresinde zil zurna sarhoş, gecenin bir yarısı Balın'ın kapısını çalmıştı. Onu o halde görünce çok şaşırmış ve korkmuştu. "Ne oldu sana, ne bu halin?" dedi. "Aysun beni terk etti, ben artık onsuz ne yaparım?" dedi İnanç gözünden yaşlar süzülürken. Onun bu haline çok üzülmüştü. O zamanlar İnanç'la yeni yeni samimi oluyordu ve onu ilk defa bu halde görüyordu. Merak da ediyordu neler olduğunu fakat İnanç'ın bir şey anlatacak hali olmadığının farkındaydı. Teselli etmeye kalksa kurduğu cümlelerin hepsi ziyan olacaktı. Çünkü uyandığında hiçbirini hatırlayamayacağını biliyordu İnanç'ın. Balın daha bunları düşünürken İnanç çoktan köşe koltuğun üzerinde sızmıştı. Üzerine bir battaniye örtüp yatağına gitti. Sabah uyandığında, İnanç'ın çıkmış olduğunu gördü. Bütün gün ses soluk çıkmayınca merak edip akşam üzeri onu aradı. Telefonu açan İnanç: " Balıncığım şu an çok zarif bir bayanla yemekteyim, telefonla konuşarak kendisine kabalık etmek istemem. Seni müsait olduğum zaman ararım. Çaaavvv!" dedi. Balın bir an kalakaldı yüzüne kapanan telefonda. İşte o zaman notunu vermişti İnanç'ın. Anladı ki hayat onu kolay kolay üzemezdi. Daha üzerinden yirmi dört saat geçmemiş olan ayrılığı bir yemekle kutluyor gibiydi. Kendi kendine güldü İnanç'ın hali aklına gelince. Belki de en doğrusunu o yapıyordur diye düşünse de bir an, kendisinin asla böyle olamayacağını biliyordu. Her şeyi kafasına takmada üstüne yoktu. Çocukken arkadaşı Bengü'nün başından aşağı bir kova kumu dökmenin pişmanlığını otuz iki yaşına bastığı şu sıralarda bile yaşayan biriydi. Bazen içindeki hırçın kız ortaya çıkardı ve ona hükmetmek imkansız bir hâl alırdı. İçindeki o küçük şeytan yapması gerekeni yapar, sonra vicdan azabını çekmek Balın'a kalırdı. Aslına bakılırsa kötü bir çocuk değildi. Belki de haşarı demek daha doğru olurdu onun için. Ara sıra başını belaya sokardı. Ya bir çocuğu pataklardı ya da sevmediği çocukların oyununu bozardı. Böyle zamanlarda hava kararana kadar eve gitmemeyi tercih ederdi. Eve şikayet gitmişse zaten annesi onu hemen balkondan çağırırdı, biliyordu. Dışarıda uzun süre kalarak evin nabzını buradan tutmayı tercih ederdi. Uzun süre çağırılmamışsa şikayet yok demekti. Bu da her şeyin yolunda olduğunu gösteriyordu. Fırça yemekten korkmuyordu. Sadece anne ve babasını üzmek istemiyordu, o kadar. Zaten korkak bir çocuk da değildi. Orta okula kadar dünyaya kafa tutacak kadar cesur ve güçlü hissederdi kendini. Bu güce de herkesin ve kendisinin de farkında olduğu zekasına borçlu olduğunu biliyordu. Belki de hayatı boyunca savaşacağı tek kişi kendisi olacaktı bu yüzden. Durmak bilmeyen zihni onu meşgul edecek, bir fabrikanın çarklarından çıkan uğultular gibi onu uyutmayacaktı. Ta ki kendinden kaçmayı başarana, yahut geçmişini huzura kavuşturana dek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
General FictionYaşamın bir anda değişebileceğini çoğu zaman düşünmeyiz. Alınan kararlar, gelinen yol ayrımları geride başka bir hayatı bırakırdı bir daha hiç yaşanmayacak. Sadece yaşayacaklarımıza değil, yaşamayacaklarımıza da karar verirdik oysaki. Avucumuzun iç...