minho'nun sevdiği atıştırmalık, puding. dört paket puding ve bir de içecek aldım. sadece bunları almak için sitedeki en yakın markete gittim. elim boş gitmek beni utandırıyor. onun haricinde de minho'yu tanıyorum, pudingi görünce o tatlı gülüşünü göreceğim.
soğukta çok kalmak istemedim, koşa koşa minho ve felix'in dairesine adımladım. bir hışımla kapıyı çaldığımda beklediğim gibi, şaşıran yüzüyle felix beni karşıladı. çünkü kapıları sürekli felix açıyor, abisi de içeride kendisiyle baş başa duruyor.
"sen buralara uğrar mıydın?" dediklerine güldüm ama içeri girerken de fark ettim; fazlasıyla morali bozuk ve enerjik felix değildi bu. salona adımladım ve aradığım kişiyi bulamadım. biliyordum, odasındaydı zaten.
felix bir süre sonra yanıma gelince koltuğa oturuverdim, o da uzağıma oturmuş öylece duruyordu. sormadan da rahat edemedim. "n'oldu sana, ne bu surat?" gözleri beni bulunca yutkunup kafa salladı. "siktir et, önemli bir şey değil." kaşlarımı çatıp kafamı daha da eğdim. "abinle mi tartıştın?"
bu sefer rahatça geriye yaslandı ve iç çekti. "aile içi mevzular işte... can sıkmaya gerek yok," dedi gülerek. zorla da anlatmasını isteyemezdim, eminim iki kardeş hâllederler. "peki, dediğin gibi olsun. abin nerede?"
"biliyorsun..." diyerek odasını işaret edip göz devirdi. ona karşı kıkırdayıp odasına baktım. tabii ki biliyorum, abine çok aşığım.
"minho'nun bir işe odaklanmasına sevinmiş olmalısın. sosyalleşip, ortam edinerek kafasını dağıtmış oluyor.
"jisung... ne zaman hyung diyeceksin abime?" hiçbir zaman. "üzgünüm öyle alışmışım."
"her neyse, evet bir işe odaklanmasına sevindim ama o iş yerinde ne yaşadığını bilmemek de çok kötü. bazen morali bozuk geliyor, ne olduğunu soruyorum cevap verme gereği bile duymuyor..."
"haklısın ama belki de bilmene gerek yoktur. yani önemli bir şey olursa o sana anlatır. sen de çok yıpratıyorsun kendini ve üzülüyorsun. hem artık kirayı daha iyi ödersiniz, geliriniz çoğaldı. bunları kafaya takma." samimiyetle gülümsediğini görünce yutkundum ve sürekli gözüm o odadaydı. ışığı açık bile değildi... ne zaman gelecekti buraya?
"boş ver bizi, sen nasılsın? senin işlerin nasıl, ev durumun?" ona odaklanmaya çalışarak, afallayıp cevap verdim. "ben... benim işim iyi. babama parasını istemediğimi söyledim geçen gün. kendime iyi bakmamı falan söyledi, gurur duymuş büyüdüğüm için. tabii bunlar laf hep, içinden ne küfürler ediyordur ya da kurtuldum diyordur."
felix üzülerek sıkıntıyla iç çekti. derdimi biriyle paylaşmak bana iyi geliyordu ve felix de gayet yardımcı oluyordu. o benim için özel. "öyle deme, baban sonuçta. ayrıca tek oğlu sensin üzülmüştür gerçekten."
"sanmam."
gözüm tekrar oraya kaydı ve sinirle iç çektim. ayağımı sürekli sallıyordum, beklemekten bıkmıştım ama o hiç odasından bir adım atıp gelmiyordu. "felix, abin gelmeyecek sanırım. yanına gidebilir miyim?"
"git, yabancı değilsin zaten keyfine bak. uyuyorsa gelirsin yanıma, ben hyunjin ile konuşacağım biraz," diyerek telefonunu eline aldı. hyunjin'den bahsetmişti bir ara... minho ondan haz etmiyor diye gizliyor onu. buna karşı gülüp ayağa kalktım ve birbirimize öpücük attık.
tam karşımda duran minho'nun odasına yol aldım. kapısının önünde biraz oyalandım ve derince iç çektim. oyalanmamın sebebi, ne diyeceğim ya da nasıl sohbet edecek olmam. bazen cidden onu bu aşk mevzusundan bıktırdığımı düşündüğüm için dikkat etmeliydim konuşmalarıma.
kapısını yavaşça açıp kafamı içeri uzattığımda yatağında uzandığını gördüm. gülümseyip kapıyı kapattım ve yatağına doğru adımladım. usulca uzanmış, battaniyenin altında terlediğinden saçları alnına yapışmış su gibi olmuştu. ben de hâliyle battaniyesini açtım ve biraz serinlemesini sağladım. alnına yapışan saçlarına yavaşça üfledim.
bu görüntüyü telefonda resim çeker gibi kaydettim aklıma. hazine gibi değerli bir andı bu, çok değerli. birinin en masum olduğu an uykuydu, ve o fazlasıyla masum gözüküyor.
sanki hiçbir sorun yokmuş gibi elimi yanağına koydum. masumdu işte, öpsem bile ne yapabilirdi? ne vardı ki beraber uyusak ve sen sevgimi kabul etsen? ne vardı seni mutlu etsem... ne vardı yani?
dudaklarımı ısırıp dudaklarına baktım. birbirinden ayrılmış, sanki benim için duruyor orada. ama fazlasıyla uyuşturucu barındırdığına eminim; öpmeden veya hissetmeden de bilirdim onu. öyle ki, uzak dahi olsak rüyamda çokca öpüyordum zaten.
daha da rahatsız etmek istemedim, mâlum... beni karşılamadı bile. ama sorun etmiyordum. bu masum yüzü bir daha ne zaman yakalardım? yüzünün bana dönük olması o kadar heyecan verici ki...
onun zehrini hissetmek için benim için duran dudaklarını öptüm. ne olacaktı sanki? hayallerimi yaşıyordum. sadece öptüm ve saçlarını geriye ittim. bu kadardı, bunu istiyordum senden. ayağa kalkıp, gidecektim şimdi.
sessiz olmaya cidden özen gösterirken, zar zor duyduğum burun çekme sesi geldi kulağıma. kaşlarımı çatıp durdum ilk, sonra gözlerim irice açıldı. arkamı dönüp hemen yine yanına gittim. aynı pozisyonda duruyor, çenesini kasmaktan beter olacaktı... ağlıyor içli içli.
"öpme beni, savunmasız bir anda öpersen senden nefret ederim." dedikleriyle afallayıp gözlerimi kırptım. şaşkınlık tabii ki yiyip bitirdi beni o an, ama ağlıyordu işte. bu anda da nasıl kıyabilirsin ki? "hem ağlayıp, hem de bana saydırıyorsun," dedim ben de.
sulu gözlerini açıp yutkundu ve cansızca omzumu itti. defalarca kez itmesine rağmen durduramadım onu, hislerim birbirine girmiş durumda. "git odamdan, çık." sonra durdu ve yüzünü tavana döndürdü. "kimi sevdiğini bile bilmiyorsun."
işte bu acıttı. kimi sevdiğimi bilmiyor muyum??
"peki sen? sen niye ağladığını biliyor musun?" sustu ve iç çekerek yüzünü ovuşturdu sadece. duygusuz gibiydim ama şu an ne yapacağımı hiç mi hiç bilmiyorum. "seni öptüm diye mi ağladın? hiç sanmıyorum."
"evet öptün diye ağlıyorum, beni sevdiğin için ağlıyorum," gözlerimin içine bakmasana bu dediğine inanmazdım ama en derinime bakarak söylemişti. "inan bana beni sevmeni istemezdim. kim olduğumu bilmiyorum; kaba mıyım, nazik mi? tembel miyim, yoksa çalışkan mı? ya da hepsi... hepsiyim, herkesin bir özelliğinden çalıyorum."
"bu beni-"
"yalnız bırak beni," dedi tekrar önüne dönüp. "ve bir daha bana izinsiz dokunma." bir süre ona baktım, ne kadar ciddi olduğunu görmek için. ama sadece yaptığı şey yüzündeki yastığa düşen göz yaşlarını akıtmak ve tavana bakmaktı.
anlatsa her şey düzelirdi, yanında dursam gurursuz gibi... belki beni severdi. ama ben tuhaf bir bakış ataraktan hızlıca kalkıp, çıkıp gittim odasından. içimde hâlâ belirsizlik var ama beynimde ise ondan nefret ettiğime dair bir sürü düşünce geziyor.
felix salonda utangaç tavırlarla hyunjin denen çocukla konuşuyordu. tekrar yanında durmadım, bu hâlde duramam. "felix, minho uyuyormuş. ben de eve gideceğim yarın işim var, iyi geceler." felix'in yüzüne doğru dürüst bakamamışken, peşimden fazlasıyla geç geldiğinden kendim çıkıp gittim kapıdan. nasılsa evin yolunu biliyordum, onun aksine. ama şimdi nasıl olurdu?
aklımda sadece o cümlesi yankılanıyor. ben eve gidiyorum, evde uyuyorum, dışarıda dolanıyorum ama aklımda kalan tek şey o oluyor.
-
karakterlerım kafayı yed7
bu bolume de sarkı bulamadım✍(NEYSE happy jeong day💗😭😭😭 minik bebegim iyi ki dogmus)