Gitmek Durağı

203 19 85
                                    

1. Bölüm: "Gitmek Durağı"

"Bu yersiz gitmeler insanın içindeki ait olma duygusunu zedeliyor."

Doksan dokuz kez sürüldüm vatanımdan, adımı doksan dokuz ağaca kazıdım, vicdan mahkemelerinde kırıldı kalemim; doksan dokuz kez parmaklığın ardını boyladım.

Bu dokuzların kastı büyüktür canıma, hatıramda pek iyi bir yere sahip olduklarını söyleyemem. Misal, Bekir'in nişan günü, ayın dokuzu, dokuz eylül... Kahpe bir kurşun tam kalbine isabet etti tertibimin, o akşam ilk kez kast edildi canıma. Nişanlısı Handan'ın feryatları kulaklarımdan hiç silinmez, sevdiğini kaybetmenin acısını o gün Handan'ın dinmek bilmez gözyaşlarından öğrendim. Aralarındaki muhabbet bambaşkaydı, bütün ahali nazarında hayret ve itibarla karşılanırdı. Aşkı bulmak zordur mamafih daha da zoru aşkına sahip çıkabilecek birini bulmaktır. Handan en zorunu başardı; Bekir'i buldu fakat bir daha bulamayacağı şekilde kaybetti.

Uzun senelerimiz geçti birlikte, Bekir gibi bir delikanlı bir daha gelir mi dünyaya; Allâhu a'lem. Benim bildiklerim şu cüz'i irademle akledebildiklerimdir ve ben bilirim ki benden giden kim olursa olsun, hayatımda nasıl bir iz bırakmış olursa olsun yerine gelecek olan kişi gidenin yerini tıpkı onun gibi doldurma kabiliyetine sahip değildir.

O ıstıraplı vakitlerin ardından Handan'ı pek fazla görmedim. Cenaze namazının akabinde son kez konuştuk kendisiyle; candan kesilmiş çehresi bembeyazdı, gözlerine acı oturmuştu. Cemaatten bir ak sakallı yaklaştı yanımıza. O gelene değin ikimizden de bir çıt çıkmamıştı, sanki kainat susmalı, eşya susmalı, biz susmalıydık. Ak sakallı da sustu; tek yaptığı Handan'ın omzuna dokunmak oldu. O, gün geçirmiş elin ayasında bir sır mı vardı bilmiyorum ancak durgun bir nehrin yeniden hayat buluşu gibi Handan'ın göz pınarlarından arkası kesilmez bir çağlayan fışkırdı. O çağlayanda boğuldum, hâlâ kıyıya vurmayı bekliyorum.

Alışma duygusunun insan ruhunda bıraktığı kıyım alıştıklarından daha zordur. Yine de bu muktedir olduğumuz mefhum yaratılışımız gereği bize verilen en büyük nimetlerden biridir. İnsanın mayasında bulunan unutmak gibi tıpkı, alışmak da yaşamımızın devamı için gereklidir. Bekir'in şehadeti alışılacak gibi değildi derdim hep; o zamanlar duygular konusunda toydum, yaşamak konusunda toydum. Günü geldiğinde annesinin bile ölümüne alışıyormuş insan, sevdiğinin ölümü, hatıra defterlerinde unutulan güle dönüyormuş zamanın acımasız çarkında.

O illet dokuzların bir kastı da doksan dokuz senesinde vurdu boynumu, annemi çekip aldı bahtsız hayatından. Annemin ölümü hep tazeciktir dilimin ucunda, ıstırap döşeli bir tasma gibi boynumda taşırım onun yokluğunu. Şu vecd ile dönen dünyada en büyük hayal kırıklığım annem hayatta iken sevgisine kayıtsız kalışımdır. Bir gençliktir ki beraberlik içinde olmanın sıkıntılarına katlanamayan, sorumluluklarından sıyrılıp rahat ve rehavetin kamçısını haz bileyen, yalnızlaşan, yalnızlaştıkça yabancılaşan... Annem, gençliğimin kaosunda beyhude hayallerimin kurbanı idi.

Sokakları yuva bilirdim gençliğimde, insanı sokakların büyüttüğüne inanırdım. Evde bir hırgür çıkmayagörsün, pederin yamalı ceketinden yirmilik aşırdığım gibi nerede it kopuk varsa onun peşine giderdim. Sokağın başı meşhurdur bizim oralarda; kızlar sokağın başında iner lüks arabalardan, sigaraların dumanı sokağın başında tüter, aynasızların lambası sokağın başında döner... Annemin paklayıp ütülediği beyazlarım o sokağın başında kırışırdı, babamın alın teri o sokağın başında harcanırdı. Eve döndüğüm her gece anne ve babamın müteessir bakışlarına yakalanırdım ancak hiçbiri sokaklarda yakalandığım vakitlerdeki coşku kadar tesir etmezdi ruhuma.

Oysa sokaklarda yaşanmazmış; sokaklarda ölünürmüş. Körelmiş bir çakı dokuz kez, haset denen vahşetin çirkinliğini gözler önüne sermek istercesine Yunus'un karnına saplanınca öğrendim bunu. Geceler niçin tekin değil, avucumun içini dolduran sıcak, pas kokan kandan öğrendim. O şer yuvası sokağın başında ilk kez cankurtaranın ışıkları yanıp sönmüyordu fakat o ışıkların ruhuma birer ok gibi saplanışı ilkti. Önce kız meselesi yüzünden olduğu söylendi, arkasından zaten bu ikisi hiç anlaşamıyorlardı dendi, biraz sonra taraflar dağıldı ve Yunus'un tazecik kanı sokaktan temizlenince ortada hiçbir mesele kalmadı; insanoğlu yine unuttu.

İnsanoğlu hep unutur da zaten; ona yapılan iyiliği unutur mesela, fedakârlıkları unutur. O an işine gelmiyorsa doğruyu bile unutur... Ama en çok da verdiği sözleri unutur. Sevim de unuttu; onun için neler yapabileceğimi unuttu, onun için nelerden vazgeçtiğimi unuttu. Sevim benim hayallerimdeki o efsunkâr kızcağızdı, gönlüme düşürdüğüm ilk sevdaydı. Aynı mahallede büyüdük onunla, çocukluğumuz şendi. Aklımın aşka ermediği o senelerde, fedakârlığı bir topun önüne geçip onun yerine vurulmak biliyordum. Yüzlerce topun karşısına dikildim Sevim için, saklambaç oynarken bulunmasın diye en gizli yerlerimi gösterdim, en güzel bilyelerimi hediye ettim, kayırdım, herkeslerden ayırdım... Niçin peki? On dokuzunda, çakır gözlü serseri bir çocuğa tutulup peşinden sürüklensin diye.

Ben, öyle büyük hayalleri olan bir çocuk olmadım hiçbir zaman. Hayal kurmak müstehzi bir iş gibi gelirdi bana; öyle olsa bile işin içinde Sevim oldu mu hayal kurabilirim gibi hissederdim hep, hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı ile dolup taşardım. Onunla sıcak bir yuva kurmayı tüm samimiyetimle istediğim ilk an, kalemi de elime aldığım ilk andı. Serseriliğimi bir kenara bıraktım Sevim için, Maraş'ın slogan mücadelelerinin verildiği sokaklarında, elimde bir taş parçası yerine kitap tutuyordum artık; beyhude dalgınlığım, yerini, geleceğini düşünen bir delikanlının uzak bakışlarına bırakmıştı. Ta ki bir gece, o talihsiz sokağın başında, feryat figân bir hâlde kaldırımlarda dövünen Nagehan teyzeyi görene kadar. O gece anladım ki Sevim gitmişti.

Bu yersiz gitmeler insanın içindeki ait olma duygusunu zedeliyor; biz sanıyoruz ki başını alıp gidenler yalnız kendi ruh ve fikirleriyle yola koyuluyorlar oysa yüreğimize dokunan kim varsa aklımızdan ve ruhumuzdan bir parçayı bilmeyerek de olsa kendilerine yol arkadaşı ediniyor. O serzeniş dolu gecede asfaltı tüm gücümle ezerek yolun nereye varacağını hesaba katmaksızın koştum. Sevim'in pamuk ellerinden tuttuğum günü anımsayarak koştum, cebimde beş parasız ona şekerleme alabilmek için babamdan aşırdığım yirmilikleri anımsayarak koştum, yerde bulduğumuz sigara izmaritlerini sırasıyla havaya üfleyişimizi anımsayarak koştum, içinde Sevim olan her düşüm için belki de kilometrelerce koştum ama en çok, giderken yanında götürdüğü kendim için koştum; kendime yetişebilmek için.

Aitliğimi kaybetmekten korktum çünkü Sevim ona ait olabileceğim hiçbir şey bırakmamıştı bana. O, hiçbir surette, hiçbir anda bana olan hisleri konusunda ışıkları yakan taraf olmadı. Her ikimiz için de aydınlığa perde açan ruhundaki merhamete duyduğum açlıktı. Onun tumturaklı cümleleri ve sevecen edaları beni sakil bir hülyaya hapsetmiş olacak ki Sevim'in gittiği gece aklıma düşen tek şey benden alıp götürdüğü ait olma duygumdu. Bana ait olmayan birine hiçbir zaman ait olamayacağımı, ait olduğumu zannettiğim aldanmalarımın hayal kırıklığımı örtmek üzere yarattığım taassup perdesinden ibaret olduğunu öğrendiğimde artık her şey için çok geçti.

İnsan neye ait olduğunu bilmeden yaşayabilir mi? Ben yaşayamazdım. İşte dokuz yıllık tökezlemem böyle başladı; ait olduklarımın gitmek eylemine duydukları temayül ile. Benim dokuzlarla olan imtihanım babam Adem Beyefendi'nin de vefatıyla Maraş'ın serseri sokaklarının yaşamım için aklen muhal olduğu gerçeğiyle daha bir pekişti.

O bahtsız günlerimin ardından bir daha geri dönmemek üzere şehri terk ettim. Bu kez o kaçınılmaz gitmek eyleminin başrolünde bizzat ben vardım. Başlarda yolculuğum hiç bitmeyecek gibi hissediyordum, hayatımı Maraş'ın boğucu elleri arasından kurtarmıştım kurtarmasına fakat elimde, içinde ne olduğunu bilmediğim bir bavul ile nereye kadar devam edebilirim bilmiyordum. Maraş'taki evi satılığa çıkarır çıkarmaz İstanbul için biletimi aldım. Eve talip olabilecek birileri çıkana kadar vaktim yoktu, hoş, fukaranın evini alacak olan da yine aynı kader yoldaşı olduğundan fevkâlâde bir ödeme yapamazdı. Bu yüzden İstanbul yolculuğumda yanımdaki tek servet, çıraklığımdan kalma birikimim ve babamın miras bıraktığı antika bir saatti.

Bölümün Sonu.

Kısa bir yolculuğa hoş geldiniz.

ademoğlunun dokuzla imtihanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin