2 ; gözün gibi bak.

62 9 0
                                    

"hâlâ daha camdan o çocuğu mu dikizliyorsun?" jeongin'in yönelttiği soruyla çalıştıkları binanın önünde sakince sigarasını içen jisung, irkilerek arkasına bakınmıştı. jeongin ona doğru sırıtarak geliyordu, rahat bir nefes aldı ve jeongin'in elini omzunda hissetti. erkeksi parfümü ise tüm alanı esir almıştı.

"senin gibi bir iyi aile çocuğunun bir kaçığa kapılmış olması çok güldürüyor beni," dedi ve hemen birkaç metre ötede bulunan, orkestrayla ilgilenen diğer şeflerle konuşan hyunjin'i gösterdi kimseye çaktırmadan. "şimdi hyunjin'e ne söylersen söyle, gerçekten çığlıklar arasında kahkahalar atacağım."

jisung bu sözler üzerine jeongin'in kolunu dürttü sertçe ve gözleri o an jeongin'in gözleriyle buluştu. "o an çığlıklar arasında kahkahalar atar mısın bilmiyorum ama ben seni çığlıklar arasında ağlatmadan sus. anlıyor musun?" dedi oldukça tehditkâr bir sesle. jeongin'in tamam anlamında kafasını sallasa da jeongin'in asla söz dinleyemeyeceğini jisung da biliyordu.

o an yine gözleri, dün gece hyunjin'in de dikkatini uzun zamandır çeken o çocuğa kaydı. aynı otelin önünde olduğu gibiydi; karşıdaki bir bankta oturuyor, ara sıra sigarasını içiyor, telefonda takılıyor ve izliyordu etrafı. ama hep oradaydı. hiç gitmiyordu.

"kimin için buradasın minho?.." diye geçirdi içinden jisung. orkestradaki çoğu kişinin dikkatini çektiğini aralarında dönen muhabbetten dolayı biliyordu ama belki de içlerinde onu tanıyan tek kişi oydu.

hem onu tek tanıyan, hem de onu en çok tanıyan tek kişi.

"eskide kaldığını söylemiştin." jeongin'in oldukça yumuşak ses tonu, jisung'un içindeki tarif edilemez duyguların resmen tuzu biberi olmuş gibiydi. gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçti yaşadıkları, dudağının kenarında oluşan ufak tebessüme engel olamadı. ama daha çok, kırgın bir tebessümdü bu.

"kaldı. ona olan sevgimin bittiğini söylemedim ama." gözlerini bir an bile minho'dan ayırmadan jeongin'le konuşuyordu.

"jisung.. sendeki sevgi değil. takıntılılık. içinde kalan duyguların oluşturduğu bir obsesiflik. başka hiçbir şey değil."

jisung jeongin'e döndü tekrardan, bunları ona söyleyen ilk kişi değildi. durumu bilen herkesin jisung'a söylediği o sözler asla jisung'un inanmak istemediği sözlerdi.

"hayır."

"ne kadar önceydi? yaklaşık 4 sene, değil mi?" jeongin, jisung'dan cevap bekliyordu, jisung ise sadece olumlu anlamda kafasını salladı.

"her şeyin bitmiş olduğuna kendini inandıramıyorsun. hatta, onun aylardır burada olma nedenini de kendin olarak düşünüyorsun, haksız mıyım?" jeongin, yavaş yavaş molanın bittiğini içeriye gelmeye başlayan kişilerden anladığında; sadece son kez jisung'un kulağına eğildi ve ekledi: "kendi takıntın yüzünden kendine zarar verme evresini çoktan geçtin. 4 sene boyunca devam ettirmiş olabilirsin ama bu şu anda bile bunu yıkabileceğin gerçeğini değiştirmiyor jisung."

"bir saniye.. ne demek oluyor bu?"

"takıntın yüzünden başkalarına zarar vereceksin diyorum. minho'nun burada bulunma sebebi ya bu orkestradan başka birisiyse? o zaman ne yapacaksın?"

"sus jeongin. sus. sadece sus ve içeri girelim."

jisung jeongin'in söylediklerini ansızın gözünün önüne getirdi ve ona o an yüklenen sinirle jeongin'i arkasında bırakarak hızla binaya doğru yürümeye başladı. onu bu orkestradan başka birisiyle düşünmek istemiyordu, bu olmamalıydı. herkes olabilirdi, hepsini düşündü. ama ona en çok zarar veren düşünce belki de minho'nun senelerdir asla anlaşamadığı ve aralarında sınırsız bir rekabetin olduğu hyunjin için orada bekliyor olduğu düşüncesiydi.

jisung tüm siniriyle binadan içeriye girerken, etraftaki insanlar da yavaş yavaş binaya doğru toplanıyordu. hyunjin'in konuştuğu şefler de oldukları yerden dağılınca, hyunjin de içeri girmesi gerektiğini anladı ve binaya doğru yöneldi. ancak, gözleri yine onun iri gözleriyle birleşmişti.

bankta oturuyordu, bacaklarını karnına doğru çekmiş ve kollarını dizlerinin üstüne koymuştu. başını sweatinin kapüşonuyla örtmüş, ağzını kollarıyla gizlemiş gibiydi. sadece onun gözlerini görüyordu, karşısında minicik bir kedi varmış gibiydi. alnına düşen saçları resmen parlıyordu ve bu gözlerinin parıltısına eşlik ediyordu. onu incelemekten, yanında bulunan üç kediyi görmemişti bile.

acaba kedileri bahane ederek yanına gidebilir miyim diye düşünüyordu. ona en uzak olan kediyi seçti ancak aralarında bir metre bile yoktu, bir anlık gelen cesaretle o kediye doğru yürümeye başladı.

minho bunu farkettiğinde telaşla oturduğu pozisyonu bozdu, ellerini nereye koyacağını bilemedi ve tek yapabildiģi kapüşonu gözlerine kadar çekebilmek oldu. hyunjin kedinin yanına gelip yavaşça eğildi, başını yavaşça sevmeye başladığında kedi sesini çıkarmadan gözlerini kapattı sadece. bir süreden sonra kedinin tüm tüylerini okşamaya başladı ve kedinin mırlayışını eliyle hissediyordu.

o an gözleri banktaki çocuğa kaydı işte, aylardır ilk kez bu kadar yakınındaydı. utanıyor muydu, korkuyor muydu belli değildi ama titrediğinin farkındaydı hyunjin ve ne hissediyorsa hissetsin şu anki hali, dış görünüşünün o sert duruşuna apaçık bir ihanet ediyordu. ona yakından bakmak, o kadar garip hissettirmişti ki onu kediyle uğraşan eli birkaç saniyeliğine durdu ve sadece ona baktı. gözlerini görmek istiyordu, yüz yüze gelebilmek istiyordu ama anlaşılan bu çok zordu.

"ah.. bu kedinin sahibi sen misin?" diye sordu. sesini oldukça yumuşak ve sakin tutmaya çalıştı. minho hyunjin'den böyle bir tepki alınca, yere eğdiği başını yavaşça kaldırdı ve hyunjin'in kediyi seven eline baktı.

"evet." dedi sadece, başka bir şey diyemedi.

"çok tatlı.. ismi ne peki?"

hyunjin bu sorularla onu rahatlatmak, az bile olsa onunla sohbet edebilmek istiyordu ve görünüşe bakılırsa işe de yarıyordu. minho'nun hyunjin'in ellerinde olan gözleri yavaşça gözlerini buldu, yutkundu ve derin bir nefes aldı. dudaklarına yapabildiği kadarıyla gerçek ancak ufak bir gülümseme yerleştirdi; "soonie." dedi ve daha fazla gözlerine bakmaya devam edemedi.

hyunjin ise minho'nun aksine o kadar büyük ve içten sırıtmıştı ki anlam verilemezdi.

"anlıyorum..." dedi ve kediyi sevmeye devam etti. minho ise geroye yaslandı, az önceye göre daha rahattı ancak üstünde hâlâ daha bir gerginlik vardı. doğal olduğunu düşünüyordu, bu yüzden garipsemedi. telefonuna gelen bildirimi, kot ceketinin iç cebinden vücuduna doğru gelen titreşimle anlamış ve göz devirerek telefonu cebinden almıştı.

bildirim ekranında görünen tek mesaj bir numaradandı. annesinden yani, numarasını silmişti ama maalesef ki ezbere biliyordu.

"çabuk buradan uzaklaş. baban seni arıyor, çabuk buradan uzaklaş ve saklan minho."

minho'nun yüz ifadesi mesajı okurken birçok değişikliğe uğramıştı. dehşetle ayaklandı, hyunjin ise bir anda ayaklanmasına bir anlam veremeden garip bakışlarla ona bakıyordu ancak bir şey olduğu aşikardı. etrafa o kadar korku ve telaşla bakınıyordu ki bu hyunjin'i de korkutmuştu.

"bir sorun mu var?"

"lütfen.. kedilerimle ben gelene kadar ilgilenir misin?"

"tabi ki.. ama neden?"

"açıklayabileceğim bir şey değil. lütfen onlara dikkat et. ne zaman dönebilirim bilmiyorum."

minho oradan uzaklaşmaya başlamıştı. hyunjin ise ayaklanıp arkasından minho'nun duyabileceği şekilde bağırdı.

"ne demek oluyor bu?"

minho duraksadı. arkasına döndü ve ona merakla bakan hyunjin'i inceledi. ilk kez, gerçekten ilk kez onu merak eden birisinin olduğunu farketmişti minho. ne yapacağını, ne hissedeceğini o kadar şaşırmıştı ki hyunjin'e karşı diyebileceği tek şey "eğer dönemezsem, onlara ne olursun gözün gibi bak." olmuştu. daha sonrasını duymadı, hızla koşmaya başladı ve bir süreden sonra gözden kayboldu.

hyunjin arkasından korku ve endişeyle baktı sadece, daha sonra önünde duran üç kediye. onları kucakladı ve binaya doğru götürdü. ismini bilmiyordu ama o çocuk gelecekti, onu biliyordu. gelmeliydi. belki de yaşayacakları daha çok şey vardı.

onun için, bu 3 kediye gözü gibi bakacaktı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 30, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

bastırılmış duygular orkestrası, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin