iki

199 36 93
                                    

ben mi kendi kendime umut veriyorum, anlamıyorum. adam bir haftaya gidecekken, ancak sabah o karşımda her şeyden habersizken, kalbimin ve içimdeki Hyunjinlerin beni dürtmesinden rahatsız bir şekilde uyandım çünkü.

yanıma ne zaman yattığını bilmiyordum ama ter koktuğumdan şüphelendiğim için bu soruyu rafa kaldırdım ve kokum hakkında endişeye kapılmaya başladım.
iki-üç gündür rüya kılığında kabuslar görüyor ve iflah olmaz bir ter kokusuyla uyanıyordum, rüyalarımın anlamlarının hemen hemen çıktığını söyleyebilirim. sevdiğim adamın gidecek olması, rüyamda kopardığım çiçeklerin ellerimi yemesine bir tabir olabilirdi zira.

aslında bana kalsa, kahvaltı yapmaya üşenir, ısıtıcıya bir tencere su koyar ve üç dört bardak kahve içer, belki kafein komasına girerim. ancak kahvaltı yapacak olsaydım, klasik Alman kahvaltısını da tercih etmezdim. kafein komasına girmek, sabahtan akşama kadar kafamın güzel olmasından iyidir. bir kere başladığım bir şeyi bırakmak istemem. birbirimize yetemediğimizi anladığımızın üzerinden beş yıl aşsa bile onu sevmeyi bırakamıyordum ya.

şimdi konuyu dağıtmayalım ama.

herneyse, bence en iyisi Türk kahvaltısı.
yan komşumuzdan biliyorum, Türkiye'ye geri dönmeden evvel çok çağırırlardı beni kahvaltıya. o kahvaltılardan alıştım zaten çaya da.

ona güzel bir kahvaltı yaptırmak istedim, iki yumurta kalmış evde, onu kırıverdim. peynir falan da koyacaktım da masaya, biraz kötü olmuş, koymadım. çay da koydum, demleniyor, onu bekliyorum şimdi.

Seungmin'i uyandırmadım. yorgundu, öyle görünüyordu en azından. bu her zaman gördüğümden farklı, tipik bir durumdu.

gideceğini duyduğumdaki ifademi az çok tahmin edebiliyorum. büyük ihtimal yüzüm bir Leonardo Da Vinci tablosu gibi görünüyordur.
gülümseme yerleştirmeye çalıştığım yüzümde o an bir haltlar dönmüştü, göz kapaklarımı serbest bırakmıştım ve belki de yanaklarım çökmüştü zira.
olağandışı bir ayrılığa olan bir Mona Lisa tepkisiydi bu.

uyurken bile mutluluk saçan bu adamın gidecek olması stresi bile o güzel adamı üç küsür yılda tamamlanan bir portreye çevirdi.

yumurta öyle kuru kuru gitmez, diye düşündüm, para da bol ya, bir koşu markete gittim peynir zeytin almaya.

gidip dönerken fazla hızlıydım, üç saniye bile daha fazla görmek için onu, değil diz kapaklarımı, kalbimi bile kan çanağı gibi çizikler içinde bir başına bırakırdım. o yüzden aldırmadım ve hemencecik merdivenleri çıktım.

acele işe şeytan karışır, derler ya, kapıyı açmaya çalışırken anahtarım kırıldı.
kapıyı tıklatmamayım, dedim. "uyandırmayım onu."

niye bu kadar uğraşıyordum ki?

o olmasa kahvaltı bile yapmazdım.

bir dakika bile dolmadan kapıyı çaldım. yumurtaların yanmasını ve çaydanlıktaki suyun buhar olup gitmesini istemezdim çünkü.

düşündüğümün aksine, Seungmin uyanmıştı ve küçük çantasından sodexo reçellerini çıkarıyorken açtı kapıyı az biraz telaşe içerisinde. güldüm ve yarısı kapının ucunda kalmış anahtarımı gösterdim. "değiştirme zamanı gelmişti."

...

kahvaltıda yine sevdiği kızdan konuştuk, ona tavsiye verdim sıfır tecrübeyle, ileriki altı ay sonrası için sade bir düğün düşünüyorlarmış, nikah şahitleri oldum ve "seni ne zaman evlendireceğiz?" diye sordu.

beni en çok üzen şu son soruydu.

diğer şeyler cidden sikimde değil, cidden, onun sevdiği kız da sikimde değil. hatta mutlu olurum, onun beni atlatıp hayatına mutlu devam etmesine de mutlu olurum.

ancak, ona olan aşk ötesi sevgimi unuttuğumu sandığı beş yılda onu aşamadığımı hissetmek içler acısıydı. bu benim yanlışımdı, hata falan değil, bildiğin yanlıştı ve benim şu aptal kalbim kendine zarar verecek olsa bile tekrar tekrar yapmaya devam ediyordu, parçalanıyordum.

hala parçalanıyorum.

.

şu konular dışında güzel gün geçirdik aslında.

Nilgün Marmara'dan ve onun baş kahramanı Sylvia Plath'den şiirler okudum. ama ikimizin de şüphesiz en sevdiği tek şiir vardı; "Ve İpek Ve Aşk Ve Alev". o da Birhan Keskin'in olmalıydı.

o pek şiir sevmezdi, roman adamıydı o. ama şiir gibiydi, bilmiyordu işte.

sonra... evde sıkıldım.

dışarı çıkalım, dedim. "ve daha öncesinde aptal bir telaşeyle ötelediğimiz şeyleri yapalım."

gittiğimiz ilk yerin dövmeci olması, düşündürücü olmakla beraber bir tık da garip olabilirdi.

annemin babamın korkusundan mıdır, yoksa henüz özgürlük kavramını ezoterik bir biçimde öğrenmeye çalışmam mıdır, orasını bilmem. içimde bir ukteydi, küçüklükten beri vücudumu boyardım ya.

.

ancak; şu ezoterizme dayandırdığım öğrenme kabiliyetine yine de sahip değilim.
ki özgürlüğün dövmeciye gidip orama burama resimler çizmesini sağlamak olduğunu düşünüyorum yani.

bilirsiniz, henüz özgür hissetmediğim düşünceler ve boyunduruğu altında bulunduğum bir sevgi inşa ederken durmaksızın, felsefi yönlerim buna karşı pasif kalıyor.

problem değil, belli aşamalardan geçerek öğreniyoruz her şeyi.

her neyse, asıl bombaya gelmek ister misiniz?

çift dövmesi yaptırdık.

biz, çift dövmesi yaptırdık.

daha şaşırtıcı olan şeyse, bunu benim değil onun istemiş olmasıydı. "anı kalsın"mış. kalsın tabii, benim de canıma minnet.

ama o an dövmecinin bize attığı bakışı asla unutamam.

bizim gibisini çok görmüş gibiydi fakat öyle güzel bakmıştı ki, kendimi Roma'da güzel bir amfitiyatroda sıfır izleyiciye amatör bir aşk oyunu oynuyormuş gibi hissettim.
sahte ama hoş bir histi bu, tıpkı orijinaline gücünün yetmediği bir oyuncağın replikasını almak gibiydi.

hayatın telaşesinde ötelediğimiz şeylerden biri de buymuş demek ki. inkar edemem, çok güzel hissettirdi. asla bitmeyecekmiş gibi hissettiren ama sonu yaklaşma olan bir Belçika çikolatasıydı zaman. son kimin için yaklaşıyordu, o bilinmez ama işte.

.

başka ne yaptık desem... sokaklarda avare gibi dolaştık, kozmetik dükkanlarındaki 'tester' şeylerinden kullandık, biraz fazla kullanmış olabiliriz, dükkandan attılar bizi. sonra, tramvaya bindik, ilk deneyimimdi, çok özel hissettim. kanlı para oynadık yerde bulduğumuz bozuklukla. bana kaç kere vurdu ama hiç kanamadı. oyunu amacından saptırmış olduk. 

henüz tüm yapamadıklarımızı yapmamış olsak da, güzel gündü. onunla geçirdiğim diğer tüm günler gibi, bu da çok özel ve güzeldi. ama tek fark, diğer günlerin beynimde, bugünün göğsümde bir iz bırakmış olmasıydı.

dövmeyi tasvirlemedim, siz göğsünüze yapabileceğiniz anlamlı bir dövme hayal edin<3

13 ekim'de bir paket sigara, hyunminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin