on iki

85 17 12
                                    

dünün ertesi günü, hanımefendiye haber etmeden drama kulübüne gittim. yalnızca insanların uğraşını izlemek istemiştim. huzuru bulma konusundaki amansız mücadelemde motive olma yolunun bu olduğunu düşünüyorum. sınav senemdeyken de bunu yapardım. sık sık kütüphaneye gider; önümdeki, sağımdaki, solumdaki herkes çalıştığından motive olur ve ben de çalışırdım. buna "çaresizce motivasyon depolama" diyorum. o kütüphanede herkes çalıştığında taşkınlık edemezsin. iyice bir gözlemledikten sonra, eğer birkaç kişi bir yerde kuduruyorsa ders çalışmazdım. işte bu, çaresizce ve şartlı bir motivasyondur.

yeni arkadaşlar edinmek istiyordum. kendi çöplüğümden çıkmak, dış dünyaya açık olmak istiyordum. bu aynı zamanda psikoloğumun da isteğiydi. artık yıllar sonra, onun dediğine uyma vakti gelmişti sanırım.

ortamlara girdim, kendimi açtım, bazen güldüm, içten içe kırıldım, sorun etmedim, kırıklarımı açtım ve günün sonuna kadar bu paradoksu sürdürdüm.

onlara senden bahsettiğimde bana acıyarak baktılar.
coğu hanımefendi gibi olamamıştı, anlayışlı değillerdi yahut insan psikolojisi hakkında hiçbir sey bilmeden, yalnızca insanları kırmaya odaklanmışlardı. hanımefendinin de bana ve su aptal aşkıma nasıl katlandiğini anlamıyorum.

evet, her zaman aklımda sen varsın. bir an bile unutamıyorum. şu an sen, her kalp atışımda, gözlerimi kapadığım her saniye önümde beliren o melek
ve avcumun icinde ölmeyi bekleyen bir kelebek edasında -zira onlar için iki günlük ömür bile katlanilmaz olabilir- aşkımla yapayalnız sokağın ortasında dikilirken umursadığım şey yağan yağmur ya da üşütmeme sebep olacak şekilde ıslanan gömleğim olmadı.
ben zaten yağıyordum.

yanlış yaptım aslında. herkese kendimi açmak büyük bir hataydı. insanları suçlamak yersiz. çünkü herkes farklı, kimse birbirinin perspektifinden görmez.

dizlerim işlevini yitirdiğinde yolun ortasındaydım ve bunu umursamadım bile. nasıl olsa ölecektim. bunu, hayatımın yarısından çoğunu seninle geçirmis olmak için bile yapardım. yetmiş yıl daha yaşasam, yaşamımın sadece yirmi yılını beraber geçirmemize üzülürdüm ve bu yasadığım yetmiş yılın anlamı kalmazdı. değer sıralaması bu işte. seni, yaşadığım yıllardan daha değerli görüyorum.

bi ara, intihara meyilli ergenlik yıllarımdayken, karşıdan karşıya geçtiğim her zaman kafamda üc beş atın koşarak geçtiği ve beni ezdiği senaryosunu kurardım. bir saniyelik olurdu her zaman. ve her zaman, bir saniye sonra bucaksiz bir yok oluş beni oteden beriden selamlardı.

hep senaryo kurmakla yetinirdim ama. zira böyle bir yok oluş yakıştırmazdım kendime.

şu an bana ne oluyor bilmiyorum. kelebeklere özenmiş olabilirim. bir yandan babamın da etkisi var sanırım. sabah gelip kapıma dayandığı zamanı yazmadım zira.

babamın silüeti desen, o da arkamdaydı işte. ben uçurumda uzun bir salıncakta sallanırken beni iten oydu. hayır, bu sefer göklerde hissetmiyorum.

bugun 12 ekim ve ben, düşüyorum.

...

dışarıda bir güzel ıslandıktan sonra bir baltaya sap olamayacak kadar yaş bir tahta olarak geri döndüm. hayat kısa, evet, ancak uçan kuşları da kaybettim sanırım.

günün diğer yarısında yaşadığım olumsuzluklar yüzünden karamsarım. 12 Ekim gerçekten felaketler günü.

babamı kapımın eşiğinde kafayı bulmuş bir şekilde bıraktım. banyo fayansına oturmuş karşımdaki duvara bakıyorum şimdi.

bugün hanımefendi, işi olduğunu söyledi. gelemeyecekmiş. yalnız hissettim. sonra bunu da düşündüm duvara bakarken. o gün; eksilirken çoğalmasaydım belki, tek arkadaşım karşımdaki duvar olurdu. tıpkı şu anki gibi.

babam kapımı çalıyor.
ilk günkü gibi davranasım geliyor benim.
sonra daha da şiddetleniyor bu vurmalar.
babam bana sinirlenmiş.
yine tüm parasını içkiye harcayıp dımdızlak kaldığında sığınacak birilerini arıyor sanki.
babamın bu halini açık hava tiyatrosunda Seungmin'le birlikte geçirdiğimin don güne benzetiyorum. ancak babam benim gibi yaklaşamıyor ya da her ne boksa işte, sandığım kadarıyla sıfırı tüketme düşüncesinin verdiği agresifliktir.
gerçi annem varken de böyleydi o adam. her şeyi olduğunda da böyleydi, hiçbir şeysiz kaldığında da. garip, bazı insanlar dışarıdan çözülemiyor.

kapıyı açmak istemiyorum. biraz da korkuyorum ama öyle sertleşti ki adam, her kapı sesinde küçükken attığı tokatları hissediyorum.

bir ezgi ile yükselen kapı sesleriyle bir şarkı yapmaya karar verdim. artık ağlıyorum, bağıra bağıra hem de. yüksek notaya çıkıyorum.

sonra kapıdan daha büyük bir sesle artık son buluyor. nirvanada bırakıyor babam. üç dakikaya kalmadan 100 metrekare evde beni arayan babamı görmeden, derin soluklar alıyor ve sakinleşmeye çalışıyorum. çeneme, göğsüme ve kafama yediğim darbelerden sonra nihayet uyumaya başlıyorum.

13 ekim icin, hikayenin asil konusu nilgun marmara'nin olumu icin atiyorum.......
yazdigim anda son bolumleri de atacagim arayi cok acmayi dusunmuyorum kacirmauin o yuzdeeen💗💗💗

13 ekim'de bir paket sigara, hyunminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin