Dün çok yorucu bir gündü sanırım. Öteki türlü vücudumdaki bu dayanılmaz ağrıyı, demek istediğim üstümden tır geçmiş gibi, açıklamanın bir yolu yok gibiydi. Üstümde resmen bir ağırlık vardı. Kafam allak bullak. Alkol mü almıştım? İyi de dün bir partiye gitmemiştim. Gitmiş olsam Takeru beni döve döve çoktan uyandırmış ve azarlıyor olurdu. Bu kadar yoğun alkol bulunan bir ortamda beni bir başıma bırakması imkansızdı. Yoksa... Ölmüş müydüm? Ölmüş olsam gözlerimi açabilecek gibi hissetmezdim herhalde. Ayrıca burnuma güzel bir koku geliyordu ama bu koku yemek, çiçek kokusu gibi değildi. Bir... Kız!?
Kokunun nedeninden emin olmak için gözlerini açan Yukichi üstünde horuldaya horuldaya uyuyan bir kız olduğunu fark edince kıpkırmızı kesildi, gözlerini faltaşı gibi açtı. Dahası kızın üstünde sadece iç çamaşırları vardı. Durum daha da tuhaf, Yukichi açısından bakarsak iyi denebilecek ama konumuzla ilgili olmayan, bir hal almıştı. Bu barzo uyumasının altında bir şirinlik olduğunu da düşünüyordu. Kız oldukça güzeldi: beyaz ile pembe rengi arasında gidip gelen parlak saçları güneş gibi gözlerini alıyor, sivri kulakları dikkati üstüne topluyo- sivri kulak mı? Bu kız insan değildi! Yukichi bunu fark edince daha da bir şok içine girdi. Okuduğu Orta Dünya ve Isekai kitaplarını göz önünde bulundurduğunda bu kızın bir Elf olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi. Söyleyemeyeceği kısım ise... Niye onunla beraber aynı yataktaydı ve yarıçıplaktı!? Aklından bu düşünceleri geçiren Yukichi iyice kafayı yemek üzereydi. Ellerini başına kenetleyerek yüzünü devirdi ve derin bir nefes aldı. Bu noktaya nasıl geldiğini hatırlaması gerekiyordu. Anılarında ufak bir seyahate çıktı.
Dün aynı saatlerde gayet sakin bir cuma günü geçirmekteydi. Rutin bir öğrenci cuması desek daha doğru olurdu gerçi. Sabah alarmının rahatsız edici sesiyle kalkmaktan tutun, tost makinesindeki ekmekler hazır olana kadar tek bacak üstünde sekerken diğer bacağını pantolonun öbür ağzına geçirmeye kadar bütün klişeleri yaşıyordu. Okula geç kalmamak için ciddi bir çaba sarf etmesi gerekiyordu nitekim yine geç kalsaydı homeroom görevini üstlenmek zorunda kalacaktı. Bunun yaşanmasını kesinlikle istemiyordu o yüzden tüm enerjisini bir an önce hazır olup kendini daha sonrada etrafı ve tabii eşyalarını hazırlamaya veriyordu. Geçen geceden kalma dağınıklığı toplayıp çantasını kitaplarla doldurdu ve sırtladı. Artık dönemin bir an öncesini bitmesini istiyordu, bunca yoğunluğun altında cidden bunalmıştı ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. Ayakkabılarını giymeye başladığı sırada aklında dönen tek düşünceler bunlardı. Düşüncelerle dolu kafasının ağırlığını görmezden gelerek başını olabildiğince dik tutuyordu. Önünde geçirmesi gereken uzun bir gün vardı, ne kadar vaktini evde geçirmek istese de beklememesi gerekiyordu ki bugün bir an önce bitsin. Kapıdan çıkmasıyla cebinden çıkardığı telefondan Takeru'nun numrasını araması bir oldu:
-Ben çıktım. Nerelerdesin?
-Sizi sokağa giriyorum. Birkaç dakikaya sizin eve ulaşmış olurum sanırım.
-Tamamdır.
Yukichi telefonu kapattı ve evinin önünden sokağın ortasına yürüyüp Takeru'yu bekledi. Birkaç dakika sonra Takeru ile buluşup okulun yolunu tuttu. Yolda diğer arkadaşları Mizuki onları yakaladı ve yanlarına koştu:
-Günaydınlar, Yamaha-san, Kazuhira-san!
-Ah, günaydın Yuzuhara-san!
-Günaydın.
Mizuki çantasını bel hizasından ellerini kavuşturup arkasına alarak ikisinin yanında üçüncü sırayı doldurdu. Yürüyüşlerine yüzünde hiçbir zaman düşmeyen gülümsemesiyle eşlik etti. Mizuki, Takeru ve Yukichi ilkokuldan beri yakın arkadaşlardı. Her şeyi beraber yapan, asla ayrılmayan üç yakın arkadaştı. Takeru: genel olarak rahat ve ılımlı tavırları olan orta uzunlukta sarı saçlara ve kahverengi gözlere sahip bir çocuktu. Yukichi ise: Siyah saçlı, mavi gözlü, içten içe sürekli depresif ve bu depresifliğini dışarı istemsiz de olsa yaymaktan kendini alıkoyamayan, inatçı birisiydi. Gelelim Mizuki'ye: Kendisi oldukça enerjik, yüzünden asla gülümsemesi düşmeyen kırmızı saçlı, yeşil gözlü, tatlı mı tatlı bir kızdı. Üstlerinde ise okudukları lisenin Yokohama Lisesi'nin resmi siyah beyazlı okul üniforması vardı. Erkeklerinki siyah, kızlarınki ise beyaz ve siyah şeritliydi. Takeru ve Mizuki, Yukichi'den oldukça farklıydı. Fakat buna rağmen her daim yanında olup onu bırakmıyorlardı. Fazlasıyla sıkı bağları olan yakın arkadaşlardı. Hatta Mizuki, Yukichi'ye karşı arkadaşlıktan da öte bir şeyler hissediyordu. Bunu isimlendiremese de...
Okula ulaştıkları zaman kapıdan içeri girdikleri gibi Mizuki, Takeru ve Yukichi'ye başını kısa süreli eğip kaldırdı:
-Kusura bakmayın, arkadaşlarımın yanına gitmem gerekiyor!
-Hayır hayır, hiç önemli değil. Görüşürüz!
-Görüşürüz.
İkisi de el sallayarak Mizuki'yi uğurladı. Birbirlerine kısa süreli bir bakış atıp okul binasına doğru yürümeye başladılar. Sınıflarına vardıklarında Yukichi, Takeru'ya bakarak sırasına doğru ilerlemeye başladı:
-Tenefüslerde ya da okuldan sonra görüşürüz.
-Ahhh, o kadar uzun süreli suspus kalamayacağını ikimiz de biliyoruz?
-Bugün için değil gibi, bayağı bir yorgunum.
Cümlesine devam ederken sırasına oturarak çantasını masanın kenarına koydu, kollarını sıranın üzerine koyarak çenesini yaslayarak sınıfını izlemeye başladı. Takeru'nun diğer sınıf arkadaşlarının yanına ilerlediğini gördü. Durumun tuhaflığını sorguladı. Takeru ve Mizuki ile inanılmaz yakındı, o kadar yakındı ki samimiyetsiz davranabileceği zaman aralıklarını bile yaratabiliyordu. Bu kadar yakın olduğu insanlarla bu kadar az iletişim kurmasının ne kadar sağlıklı olduğunu düşünürken kendisini yine dolu kafasına yeni bir düşünce eklemiş halde buldu. Günün bir an önce bitmesini diliyordu, içinde bulunduğu depresiflik yeni bir boyut kazanıyordu. Mizuki, ders başlamadan önce kapıdan içeri girdiğinde bir süre Yukichi'ye kilitlendi. Endişeli bakışlarla yanaklarına inen kızarıklığı fark eder etmez bakışlarını çevirip sırasına doğru hızlı adımlarla ilerledi. Gün bitimine doğru sınıftan son çıkan, yine bu üçlü oldu. Birbirlerinden asla ayrılmayan, yakınlıklarını bir an bile bozmayan üçlü, az konuşuyor olsalar bile samimiyetlerinden bir an bile ödün vermiyorlardı. Belki de... Yeterince yakın değillerdi?
Gece kendini evine atan Yukichi, tüm bu düşüncelerin ağırlığı altında ezilirken uykuya daldı. Ne zaman geldi de uyudu, kendisi bile emin değildi. Bu durum sabah uyandığında neden o derece bir ağırlık hissettiğini de açıklamış oluyordu. Elf kız, gözlerini yavaşça açarken Yukichi'yle göz göze geldi. Büyüyen kırmızı gözleri ve utançtan kızaran yanaklarıyla onu süzdü. Titreyen dudaklarıyla kelimeleri dökmeye başlaması bir oldu:
-E-Eila...
-Anlamadım?
-İsmim... Eila...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reversekai
FantasyYukichi son sınıf bir lise öğrencisidir ve son senesini iyi geçirmek, mutlu bir şekilde bitirmek istemektedir. Arkadaşlarıyla son zamanlarının tadını nasıl çıkaracağını düşündüğü sırada üstüne gökten düşen Elf kız Lyra her şeyi değiştirecektir.