Bölüm 23: Reis- Eski Reis

556 127 195
                                    

Mücadele, Türkçede kelime anlamı olan bir kelimeydi işte. Ama insanın içinde o kelime, sadece kelime olmaktan çıkıp hayatımızın orta yerine şak diye oturuyordu. Sonra işte, ya bu mücadeleyi kaybediyorsun, ya da kazanıyorsun gibi şeyler oluyordu. Mücadele dediğin, kaybetmek için değil, sonuna kadar gitmek için yapılan bir muharebeydi. Velhasıl kelam, bugün fazla heyecanlı olduğum için edebiyat yapacak halim yoktu.

Sabah sabah, gün ağarmadan uyanmış bir daha da uyuyamamıştım. Çünkü turnuva haftasındaydık. Birazdan okula gidecek, sonrasında turnuvaya başlayacaktık. Demir Han şiş suratıyla, beş karış bir şekilde kapıdan çıktığında Çağatay brom da benden farksız değildi. Oku ve yayı titreyen elleriyle tutuyordu.

"Otobüsü kaçırmayalım," dedi Çağatay hızlıca, sonra da koşarak merdivenlerden inmeye başladı. O otobüse yetişir, durdurur diye ben de asansörün düğmesine bastım. Kavgadan ve dürüm adamın dayak yediğinden dün herkesin haberi olmuştu, Yasin hariç. Ona yine ulaşamamıştık. Aslında Melike gidip konuşmuş ama hala ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum.

"Daha iyi misin?" diye sordum, asansörden inerken, "gözün şiş hala gerçi ama..."

"Ağrısı geçti en azından ya," dedi umursamaz bir şekilde.

"Sen alışkınsındır aslında böyle suratla insan içine çıkmaya, neden üzerinde bir çekingenlik var bu sabah?"

"Bilmiyorum," dedi sakince. Nefesini verip başını eğdi. Apartman kapısını açtığım zaman ilk o çıktı, arkasından ben çıktım.

"Gelmemiş otobüs daha," diye bağırdı Çağatay duraktan el sallayarak, "Erken çıktık." Yanındaki kadına bir şeyler söyleyip yanımıza gelirken Demir Han durdu.

"Bu ne lan?" deyip tam onun dipteki odasının penceresinin alt tarafına gelen yola yürüdü. Çünkü dün evden dışarıya çıkmadığı için, muhtemelen de o şeyleri içmediği için attığım saksıların eksikliğini fark etmemişti. Şimdi görüyordu. Ve ben hala çok mutluydum.

Burnundan soluyordu, yazık. Ben de, "Aaaaa," dedim hiç, asla, katiyen haberim yokmuş gibi, "Ne bunlar böyle?"

"Bunlar?" dedi Çağatay. Bu safımın zaten haberi yoktu.

"Esrar bunlar ya," dedim şak diye. Salak, sus işte.

Demir Han başını kaldırıp yüzüme ters ters bakarken, "Sen?" dediği an kendimi savundum. Ben yapmadım ki onları.

"Nasıl bir rüzgar çıktıysa artık. E tabii, havalar soğuk, rüzgar sert esiyor. Tüh. Gitti güzelim esrarlar." Koşarak otobüs durağına gidip otobüsün geldiğini söyledim. İkisi de koşup yanıma geldiler.

Yol boyunca Demir Han bana yaklaşmaya çalıştı, ben de ondan kaçtım. Neyse ki otobüs çok doluydu da, fazla yanaşıp bir şey soramıyordu. Okulun oraya geldiğimizde de önce ben inip hızlı hızlı adımlarla spor salonuna gitmeye başladım ama arkadan gelip yakaladı.

"Ne yapıyorsun sen Balım?" diye sordu dişlerini sıkarak.

"Yetişmeye çalışıyorum, ne yapacağım başka?"

"Evdekini diyorum!" Kolumu iyice sıkıp kendine çevirince bu sefer kolunu tutan ben oldum. Bizim bölüme doğru giden yolda kimse görünmüyordu çünkü herkes spor salonuna gidiyordu. Oraya sürükleyip kenarda durdum.

"Sence ne yapıyorum?" diye sordum sessiz bir isyanla, "Seni bok batağından çıkartmaya çalışıyorum, ne yapacağım başka? İçtiğim yetmiyor, bir de kendine evde yetiştiriyorsun. Bir de satıyorum de de tam olsun! Bana bak çocuk, benim babam o illet yüzünden en yakın arkadaşını kaybetti. O illet yüzünden babam ben kendimi bildim bileli acı çekiyor. Ortalıktan kaybolup arkadaşının mezarında ağlıyor. Sen ne istiyorsun? Biz de gelip senin mezarında mı ağlayalım? Ne yapmamı bekliyorsun Demir Han? Göz mü yumayım saçmalıklarına?"

Adam OlHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin