3. Bölüm-Yeni Hayat

15 1 0
                                    

Otobüs yavaşça durağa yanaştı. Sabahki tatlı esinti yerini boğucu bir sıcağa bırakmıştı. Henüz Nisan ayındayken böyle ise yazın ne yapacağız bu şehirde diye düşündü Zeliş. Neredeyse 7 yıl olmuştu Ankara'ya geleli. Küçük bir Anadolu şehrinden üniversiteyi kazanınca gelmişti. Hoş kaçmıştı demek daha doğru olur. O sabah evden hızlıca çıkıp otobüse binişini hatırladı. Yanında sınav belgesi ve çok az miktarda paradan başka bir şey yoktu. Hayatında ilk defa büyük şehre gelecekti. Sudan çıkmış balık gibi hissediyordu kendini. Neyseki hayat enerjisi yüksekti. En azından o zamanlar öyleydi. Kendini herkesle ve herseyle mücadele edebilecek kadar güçlüydü. Terminalde inince ilk işi fakülteye giden dolmuşların yerini öğrenmek oldu. Kayıt işini hallettikten sonra seyyar bir simitçiden bir simit ve su alarak bunu kutladı. Sıra part time bir iş bulup harçlığını çıkarmaya gelmişti. 3-4 yer gezdikten sonra gittiği 5. Cafede işe alındı. Okul çıkışı gelip kapanana kadar çalışacaktı. Davut ve Sare, karı koca beraber işletiyorlardı kafeyi. İyi bir insanlardı patronları. Allah için bir gün hakkını yememişler, her zaman destek olmuşlardı. Onlar olmasa belki de Ankarada tutunamaz, geri dönmek zorunda kalırdı. Hala ara ara yolu düştükçe o küçük, şirin cafeye uğruyor, hal hatırlarını soruyordu. Böylece hem çalışıp hem okumuş zamanla geride bıraktıklarını daha az hatırlar olmuştu. Hem işine hem derslerine asılmıştı. Sene uzatmadan bitirmek en büyük gayesi olmuştu. Bu koşturmaca içinde aşk kapıyı çalmıştı. Yoğun geçen bir vize haftası kantincinin uzattığı tostu kapıp ayaküstü yerken ağzına sucuk tadı gelince adama sitem etmişti.
Ben kaşarlı istemiştim karışık vermişsin.
O senin değildi ki abla bu abime uzatmıştım.
Adamın gösterdiği yöne bakınca bir çift mavi gözle karşılaşmıştı. Lokma boğazında kalmış zar zor konuşabilmişti.
Afedersiniz ben dalmışım.
Önemli değil, afiyet olsun.
Demişti mavi gözlerin sahibi. Ardından eklemişti
Siz bizim bir alt sınıftasınız sanırım.
Evet, ben Zeliş bu arada
Ben de Umut
İsmi de güzelmiş diye geçirmişti içimden Zeliş.
Ardından özür babında bir çay ısmarlamıştı. Böylece arkadaşlıkları başlamıştı. Zeliş oldum olası sosyal biri değildi. İnsan ilişkileri onu yorardı. Ama Umut ile çok iyi arkadaş olmuşlardı. Yıllar sonra bunun nedenini daha iyi anlamıştı.
İnsan yarası yarasına denk geleni severdi. Umutta onun gibi yaralıydı. Böylece zaman içerisinde arkadaşlıkları aşka dönüşmüş ve Zelişin okulu, Umutun askerliği biter bitmezde üç arkadaşlarının katıldığı sade bir oda nikahı ile evlenmişlerdi. Akşamına Davut ve Sare'nin ısrarıyla cafede 5 kişilik minik bir kutlama yemeği vermişlerdi. Zeliş, dantelli beyaz bir elbise giymişti. Başına beyaz papatyaların sarılı olduğu bir taç takmıştı. Umut ise lacivert bir takım elbise giymişti. Takım elbisesini yeni girdiği işinden aldığı ilk maaşla almıştı. Zeliş annelerinin de bu mutlu günlerinde yanlarında olmalarını çok isterdi. Ama ben onlar Zeliş ve Umut için artık geride kalmış birer hayalden ibaretlerdi.

Zeliş , sert bir korna sesiyle kendine geldi. Geçmişin tozlu raflarında gezinirken dalgınlıkla ayağını caddeye atmış, son sürat gelmekte olan bir otobüsün uyarısıyla irkilmişti. Tekrar kaldırım tarafına geçti. Yayalar için yeşil ışığın yanmasını bekledi ve herkesle beraber karşı kaldırıma geçti. Uğrayacağı pastane oradaydı. Ay çörekleri ve frambuazlı yaş pastaları çok güzel oluyordu. Rengarenk ve iştah kabartan tezgahtan dört kişilik bir frambuazlı pasta seçti. Hızlıca evin yolunu tuttu. Kapıya geldiğinde pasta kutusunu yere koyup anahtarıyla açtı. Kapıyı açar açmaz yer deterjanının  çam kokusu geldi burnuna. Tahmin ettiği gibi Huriye gelmiş ve çoktan temizliğe başlamıştı. Usulca mutfağa geçip kutuyu masaya bıraktı. Isıtıcının altını yaktı ve dolaptan 2 tane poşet çay çıkardı. Halısı çekilip kenara dizilmiş antre boyunca sessizce ilerledi.Huriye Bir bacağını odadan tarafa diğerini dışarıya atmış, yatak odasının camını siliyordu. Zelişin tepesinden aşağıya doğru karıncalanma başlamıştı. Kadını kaç kez uyarmasına rağmen bu huyundan vazgeçmiyordu. Aman sarkma, aman gerek yok yetiştiğin yerleri sil, düşer müşersin mazallah lafları bir kuşağından girip diğerinden çıkıyordu. Bana bir şey olmaz. Öbür türlü temiz olmuyor, koruyorum kendimi merak etme deyip duruyordu. Artık Zelişte vazgeçmişti uyarmaktan. Tek yapabildiği dikkatini dağıtmamak adına bulunduğu yere sessizce gelmekti. O gün de öyle yaptı. Sessizce Huriye'nin işini bitirmesini bekledi. Kadın önce camı sildiği bezini  yerdeki kovanın içine attı ardından usulca yere indi. Kafasını çevirince Zelişin onu orada beklediğini gördü.
Kız Allah canını almasın ne zaman geldin sen ?
Epey oldu ama ses etmedim dikkatin dağılmasın diye. Pasta aldım. Çay da var. Mutfağa gidelim.
Huriye yorulmuştu. Teklifi memnuniyetle kabul etti.
Pastalarını yerken Zeliş müjdeyi verdi.
Yarın işe başlıyorum.
Deme kıız çok sevindim. Oldu mu satış elemanlığı işi ?
Yok orası olmadı daha iyi bir yer oldu.
Huriye'nin meraklı bakışları eşliğinde sözlerini sürdürdü.
Bakumevinde hemşire olarak çalışacağım. Kendi işimi yapacağım. Güneş ablanın babasının yeri. O ayarladı işi.
Huriye'nin tombul yüzü aydınlandı birden
Çok sevindim valla. Güneş ablaya da helal olsun. Anlamış senin ne kadar iyi bir hemşire olduğunu. Hasan'ı da o kaza olduğu gece  ilk sen görmüşsün ya. Önce Allah sonra senin sayende kurtuldu çocuk. Yoksa gece o karanlıkta kim farkedecekti?
Zeliş o iş senin bildiğin gibi değil demeye yeltendi. Ama kendini tuttu. Nejat Bey olayını ve bakımevine hafiyelik yapmak için seçildiğini söyleyemedi.
Bunun yerine yaa tabii sağolsun Güneş abla diyebildi.

Hayat devam ediyor Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin