Hırkamı kendime daha çok çektikten sonra gözümün önüne gelen saçımı geriye ittim. Son birkaç saattir üşümemin üstesinden gelebilecekmişim gibi titremeye çalışan çeneme engel olmaya çalışıyordum. Böylece psikolojik olarak daha az üşüyecektim. Ah, aptalca!
Çenemi kendi halinde bırakarak titremesine izin verdikten sonra kaç saattir bu karanlık ve soğuk odada olduğumu hesaplamaya çalıştım. 21. yüzyıl kabadayısı kendimce güçlü tekmelerime rağmen beni omzuna atıp bu odaya getirebilmişti. Ve sonra da beni şaşırtacak bir şekilde çekip gitmiş, beni burada yalnız bırakmıştı. Son söylediği cümleden sonra ne kadar korksamda burada geçirdiğim saatler boyunca korkumu üzerimden atabilmiştim. Şimdi ise buraya tekrar geldiğinde ne olacağını düşünüyordum.
Yeni okulumda ilk günüm harikaydı değil mi? Mesela şuan karanlığın insan üzerinde bıraktığı etkiyi ölçüyorduk. Ah, birde çenemi titreten soğuk var tabi. Soğuğa karşı direnmeye çalışırken aklıma ağaç evim geldi. Hâlâ aklımdan çıkaramadığım ağaç evim. Bir Ayza Akay olarak şuan ağaç evimde yıldızları seyretmek isterdim. Evet, ismim Ayza'ydı. Bir ara annemin ismimi çok aradığını düşünmedim değil. Ama ne kadar değişikte olsa ismimi seviyordum. Çünkü benim sevdiğim bir şey barındırıyordu içinde. Gökyüzünden bir parça. 'Ay' vardı içinde. Geceleri bakarken huzur bulduğum yıldızların arkadaşı. Gökyüzünü ve Ay'ı ne kadar sevsemde Yıldızlara hayrandım. Heryerde vardı onlar. Telefonumun duvar kağıdında, kolyemde, bileziklerimde...Hatta yıldızlar bir insanın gözlerinin ışıltısında da oluyor.Bazen de güneşin cama vurduğunda oluşturduğu ışık hüzmesinde. Eğer görmek istersen heryerdeydiler. Gündüzleri dahi gökyüzünde. Hayal edersen heryerde olabilirlerdi.
Yıldızlar hakkında düşünürken bir ses duydum. Olduğum yere daha çok sinerken sesler artmaya başladı. Ve karanlığa alışan gözlerimi kapatmaya ihtiyaç duyduran ışık yayıldı etrafa. Gözlerimi kapatan parmaklarımın arasından ışıklar giriyordu. Ellerimi gözlerimden yavaşça çekerek gözlerimin artık ışıklı olan ortama uyum sağlamasını bekledim. Görüşüm netleşirken kalp atışlarım her saniyede biraz daha hızlanıyordu. Odaya giren kişinin kim olduğu hakkında fikrim olsa dahi birazdan ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Görüşüm netleştiğinde içinde bulunduğum bu yerin eski ev eşyalarının konulup depo olarak kullanılığı bir oda olduğunu gördüm.Ve kolilerin arkasından gelen yakışıklılığını bir kez daha gözler önüne seren 21. yüzyıl kabadayısını. Kalbim son hızda atmaya devam ederken beni buraya getiren kişinin elinde ki tepside bir tabak zeytin ve biraz ekmek olduğunu gördüm. Daha fazla yaklaşıp ayak ucumda duran kolinin üzerine tepsiyi bırakırken tişörtünün kol kısmının kanla bulandığını gördüm. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda bu kadar kana rağmen tek bir acı ifadesi göremedim. Bu kadar soğukkanlı olabilmeyi nasıl başardığını düşünürken o, harekete geçip 2 adım ötemizde duran eski koltuğa oturdu.
Beni ne kadar kaçırıp buraya kadar getirmiş olsa da zor durumda olan birine yardım etmemek bana uygun gelmiyordu. Üşümemi unutmaya çalışarak hırkamı üzerimden çıkartıp bel kısmını yırttım. Ben bunları yaparken beni izleyen bir çift meraklı göz olduğunu farkettim. Duygusunu belli etmesi beni şaşırtsada derin bir nefes alıp yanına gittim ve koltuğa oturdum. Elimde duran kumaş parçasını koluna sarmaya başladım. Kolunu sarmaya devam ederken yüzümde sıcak bir nefes hissettim. Çok yakınımdaydı. Başımı kaldırsam yüzlerimiz arasında çok az bir mesafe kalırdı. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bunun nedenini ne kadar çözemesemde kendimi toparlamaya çalışıp kolunu daha hızlı bir şekilde sarmaya başladım. Ama kalbim aklımı dinlemeyip hızla atmaya devam ediyordu. En son düğüm attıktan sonra koltuktan kalkmaya çalıştım. Evet, sadece çalıştım. Çünkü bileğimi tutup beni durduran bir el vardı.