2. İsimsiz Kahraman

20 4 1
                                    

GEÇMİŞ

Kaç yaşında olduğumu bilmiyorum. Tahminimce 6 veya 7 yaşlarımdayım. Ailemi hatırlamıyorum. Kim olduklarını bilmiyorum. Öldüklerini biliyorum sadece. Ondan sonra ise çok macera atlatmışım zaten. En son yurtdışına çocuk pazarlayan adamların elindeymişim. Polis beni alıp yetimhaneye getirmiş. Polisle yurt müdürünün konuşmalarından anladığım tek şey bu. Kimsesizim yani. O günlerden tek hatırladığım o adamlardan çok dayak yediğim, aç ve susuz bırakıldığım ve ceza olarak günlerce karanlık soğuk odada kapatıldığım. Bir gün kaçmanın bi yolunu bulmuştum. Koşmaya başlayıp kapıdan çıktım. Ara sokaklardan birine girdiğimde arkamdan gelen o sesi suydum. "Gel buraya!" Çok sinirli ve hiddetli bağırıyordu. Dönersem yine o odaya kapatılacaktım hatta dövülecektim. Ayağım taşa takıldı yere düştüm. O da ben kadar hızlı koşuyordu. Kalkmaya yeltendiğim an saçlarımdan tuttu. "NEREYE KAÇABİLECEĞİNİ SANDIN HA PİÇ! ?" O zamanlar o kelimenin anlamıyla henüz tanışmış değildim. "BİZ SENİN KARNINI DOYURALIM, SANA EVİMİZİ AÇALIM, YAPTIĞINA BAK NANKÖR KAHPE!!" Saçımı daha kuvvetli asılmaya başladı. Acıdan gözyaşlarım tane tane düşüyordu yere. Gücüm yettiğince "İMDAAATTT!" diye bağırdım. O sırada ağzıma bir tane sağlam vurdu. "KES LEN ÇENENİ KES!" Onun göremeyeceği bir açıdan balkondaki bir kadın olanları ağzı açık izliyordu. Yalvaran gözlerle ona baktığımı hatırlıyorum. Adam beni geri o çöplüğe götürdüğünde tekrar dövmeye başladı. Çok geçmeden siren sesi ile eli havada kaldı ve duraksadı. Beni olduğum yerde bırakıp koşarak gitti. O kadar halsizdim ki kalkamıyordum. Sonra ise polis direkt beni oradan götürdü. Şu an yetimhanedeyim. Güvende miyim bilinmez. Yine o gülerek oynayan çocukları izliyorum. Maalesef beni aralarına almıyorlar. Beni yabani diye çağırıyorlar. Ama bir kişi hariç. Tek iyi anlaşabildiğim kişi o. Adını sormadım. Benimle konuşmuyor çünkü. Aslında kimseyle konuşmuyor. Sanırım konuşmayı bilmiyor. Fakat ona hayalimi anlattığımda heyecanla beni dinliyor. Oturduğum yerde gözüm yine onu arıyordu. Çok ilerde onun da kafası karışmış etrafa boş boş baktığını gördüm. Beni görebilmesi için ayağa kalkıp el salladım. Tam o an kafama gelen topla kendimi yerde bulmam bir oldu. Çocuklar gülüşmeye başladığında o ise koşarak yanıma gelip beni yerde kaldırıp bir şeyin var mı dermişçesine gözlerimin içine bakıyordu. Olumsuz anlamda kafamı salladığımda gülümsedi. O an aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Hafifçe uzanıp yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Kızardı ve şaşkınlıkla ağzı açıldı. İlk defa o gün onun sesini duydum.  İlk önce kıkırdadı. Ardından "Bu öpücüğü hak edecek ne yaptığımı bilmiyorum ama teşekkür ederim." dedi fısıltıyla. O kadar yumuşak tonlu bir sese sahipti ki. Çocuk kalbim gerçekten karşısında lal olmuştu...

GÜNÜMÜZ

Tutamaz bazen kimse kimsenin elini. Hayata yaşama umudu bağlamaz. Yüksek bir uçurumda güvenip elini uzatacağın tek kişi bulamazsın. Ya tutar gibi yapar, ya da aşağı iter. Güven yoktur. Duygular yalandır. Aynada gördüğüne bile güvenmemeli insan. Peki hep mi çekeceğiz bu acıyı? Yok mu yanımızda olacak kimse? Kendine bile güvenemiyor kişi çoğu zaman. Kime güvenip acısını paylaşabilir ki? Acı çekmeye mahkum mu insanlar? Tanrım acı çekmek için mi var oldum? Çoğu saklar içinde acısını başı öne eğiktir, çoğu bunlara kökten son verir. Başarır veya başaramayıp hayatını daha çok mahveder.

İşte hayatını mahvedenlerden biride benim şu an. Başaramadım. Mahvolmuş hayatımı daha da çukura sürükledim. Bomboş bir karanlıktayım şimdi. Sesler yok. Renkler yok. Güneş yok. Ay yok. Yıldızlar parlamıyor. Hiçkimse yok. Kimse çığlıklarımı duyamıyor. Yürüyorum. Yürüdüğüm yol bitmiyor. Bu hiçlik mi? İki el boğazımı sıkıyor. Nefesim daralıyor. Küçükken hayal ettiğim gerçeklikte değilim. Burası çok farklı. Çok soğuk. Çok yalnızım. Bir çığlık sesi. Çocukluğum ağlıyor. "Yeter artık! Yeter! Dayanamıyorum!" Elimi uzatamıyorum. Ona dokunamıyorum. Kıpırdayamıyorum. Gözlerine bakıyorum. Bana bakıyor. Gülmüyor. Gözleri kan çanağı gibi kıpkırmızı. Nefret ediyor benden. "Senden nefret ediyorum nefret! Her şeyin sorumlusu sensin. Anladın mı beni her şey senin suçun? Bana bu kadar acıyı çektiren de sensin. Yaşamama izin vermeyende." N'olur nefret etme benden. Anlamıyorsun. Minik elleriyle gözünden akan yaşları siliyor ve arkasını dönüyor. Karanlığa doğru gitmeye başlıyor. 'Gitme sen karanlıktan korkarsın!' diyemiyorum. Gözden kaybolacak kadar ilerliyor. Boğazımı sıkan ellerin şiddeti artmaya devam ediyor. Nefesim artık tamamen yok oluyor ve acıyla gözlerim kapanıyor.

Kulaklarımı bir ses doldurmaya başladı. O kadar gürültülü ki, kafam patlayacak gibi oluyor, dayanamıyorum. Yavaşça gözlerimi araladığımda tavana bakıyordum. Kafamı az aşağı eğdiğimde her yerimde kabloların bağlı olduğunu gördüm. Dermanım yoktu. Ne kadar süredir burdayım bilmiyordum. Tek bildiğim şey yine başaramadığımdı. Hayal meyal hatırladığım bir kaç kare vardı zihnimde canlanan. Sağ bileğime baktığımda sargılı olduğunu gördüm. Acı içinde kıpırdayama çalışırken gözlerimden bir yaş düştü. Benim için başarısızlığın göz yaşı fakat çocukluğum için yaşama tutunmanın göz yaşı. Hiçbir başarısızlık bu kadar acıtmamıştı canımı. Oysa ki hayatımda o kadar şey kaybetmeme rağmen. Ama çok az kalmıştı başarmama. Başarmak üzereydim. Bu düşüncelerden beni bölen kapının açılma sesini duydum ama kafamı döndürüp bakmaya tenezzül bile etmedim. "Merhaba. Sonunda uyanabildin demek." Cevap vermedim. Cevap vermesem giderdi belki. "Konuşmak istemiyorsun galiba. Tam iki buçuk haftadır uyuyorsun. Çoğunda biz seni ilaçlarla uyuttuk, çok acı çekiyordun." Demek iki buçuk haftadır uyuyordum. Ona rağmen üstümdeki yorgunluk gitmemişti. Ona rağmen hala uyumak istiyordum. Uyumak ve uyanmamak. "Herhangi bir ağrın var mı şuanda?" Yine cevaplamadım sorusunu. Konuşmak istemiyordum ve bu gayet açıktı. Bunu anlamış olacak ki başını usulca aşağı yukarı sallayıp odayı usulca terketti. Beni benimle bıraktığında söylenerek doğrulmaya başladım. Tam o anda odanın içini bir ses kapladı. "Merhaba." Ben bu sesi tam olarak nerden anımsıyorum? Derin bir nefes aldı. "Nasıl başlayacağımı bilmiyorum Dolunay." Adımı nerden biliyor? Nefesini sesli verdi. "Bunu kendine nasıl yapmaya çalıştığını aklım hala almıyor." Hassiktir bu o. Bu beni mabedimden çıkaran ve benimle konuşmaya çalışan kişi. Bu sefer sinirlenmiştim. Acımı umursamadan doğrulup sesimi yükseltip konuşmaya başladım. "Bu kadar mı yüreklisin?! Bu kadar mı senin yüreğin? Kurtarmaya cesaretin var ama karşıma çıkmaya cesaretin yok! Aman ne hoş ya! İsimsiz kahraman mı oldun şimdi beni kurtarmayı başardığın için?!" Ses kesildi. "Cevap versene bana! Susamazsın! Konuş! Hadi konuşsana isimsiz kahraman!"
"Sakin ol." dedi ve duraksadı yine.
"Sakin olayım öyle mi!? Birde sakin ol diyor bana. Tanrım delireceğim! Hem işime karışıyor, hem de benden kaçıyor. Birde yetmiyormuş gibi sakin olmamı- AHHHH!" Sağ bileğimi avucuma aldığımda acıdan gözyaşlarım süzülüyordu usulca. Ardından o ses telaşla yeniden konuşmaya başladı. "ALLAH KAHRETMESİN! NE OLDU, İYİ MİSİN?!" Sinirim artık iki kat artmıştı. Daha gür bir sesle bağırmaya başladım. "SANA NE! ALLAH BELANI VERSİN SENİN! SANA NE BENDEN? SEN KİMSİN, KİM? NE HAKLA BENİ KURTARIP BİRDE KONUŞUYORSUN!!" Sinirden bütün vücudum kasılıp titremeye başladı. Gözlerim gerçekten kararıyor, çenem ise sıkışıyordu. O an kalp atışımı ölçen aletin sesinin arttığını duydum. İçeri alelacele bir hemşire daldı. "Sakinleştirici getirin çabuk hasta sinir krizi geçiriyor!!" Kolumda hissettiğim ufak bir sancıdan 5 dakika sonra göz kapaklarım gözlerime ağır gelmeye başladı. Uyku ve karanlık beni yeniden kendine doğru çekiyordu...

GECE'NİN KUCAĞINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin