Son birkaç gündür alışık olmadığım bir şekilde kalabalık olan evim az çok kafamı dağıtmama yardımcı olmuştu. Olanları unutmamıştım fakat rafa kaldırdığımı söyleyebilirdim.
Biraz yorgun, biraz da durgundum.
Uzun zamandır düşündüğüm fakat bir türlü cesaret edip de adım atamadığım dövme yaptırmaya, arkadaşlarımın vermiş olduğu ufak çaplı destekler sonucunda en nihayetinde başarmıştım. Yakışmayacağından çok acı vermesinden korktuğum bir gerçekti. Lakin fiziksel olarak gelen acının ruhumdaki yaraları bastıracağına emindim.
Sol kalça yanağıma anı defterimin ilk sayfasına çizilen küçük kalbi yaptırmıştım. On iki yaşındaki bir çocuğa aitti bu kalp çizimi. Ve defterdeki çizime zarar vermeden, tenime kazıttırmıştım.
Born to Die yazısı, Lana Del Rey'in sanki benim için yazmış olduğu şarkının ismiydi. Sözler benim için anlamlı olmasının yanı sıra şu anki durumumu özetler niteliğindeydi.
Lana Del Rey'i dinlemeyi bırakmıştım, evet. O gün ona söylediğim cümlenin arkasında yatan bir yalan yoktu ve hatta ben bu basit üç kelimeyi bedenimde sonsuza kadar taşıyacağım gerçeğiyle endişe duyarken, vazgeçmek için çok geç olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundaydım. Çünkü Born to kısmına kadar yazılmıştı.
Jimin'in elini sıkarak bitmesini beklediğim Die kısmı da sonunda bitmiş ve Keeho'nun temizlemesiyle Jimin dövmenin her açıdan fotoğrafını çekmişti.
Tam giyinecekken ard arda çalınan zil ve kapı sesinin hemen ardından yükselen tanıdık sesle irkilmiştim. "O orospu çocuğu nerede?!"
Jungkook. Jungkook buraya gelmişti. Ama niye? Bahsettiği, aradığı kişi ben miydim? Neden bana orospu çocuğu diye hitap etmişti ki? Gerçi yüzüme karşı olmasa da bunu birkaç kez daha yapmıştı.
Kapıyı Hoseok açmıştı ve duyulan cümle ardından Namjoon ve Jimin de gitmişti. Keeho duraksadı ve kimden bahsettiğini anlamak için yüzümü inceliyordu. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama bir an mimikleri değişti ve birden ayağa kalktığı gibi salondan çıkıp kapıya yöneldi. Peşinden hızla yerimden kalkıp ona yetişerek kolundan sıkıca tutmuş, durdurmayı amaçlamıştım. Fakat başaramamış, Jungkook'un suratına yediği yumrukla olduğum yerde donakalmıştım.
Sanki bu darbeyi yiyen benmişim gibi canım acımış, gözlerim dolmuştu. Yanına gitmek istesem de bacaklarım buna izin vermemiş, kenarda dikilmekten başka bir şey yapamamıştım.
Çok uzun sürmedi Jungkook'un kendine gelip de aynı şekilde Keeho'ya vurması. "Yavşak orospu çocuğu! Taehyung'dan uzak duracaksın lan! Anladın mı beni!?" diyen Jungkook'tan başkası değildi. Neden böyle sözler söylüyordu anlam veremiyordum. Onları ayırmaya çalışan Namjoon'da arada yediği yumruklardan dolayı sinirleniyor ve hangisine denk geleceğini umursamadan o da vuruyordu gelişigüzel.
Hoseok beni oradan uzaklaştırmaya çalışsa da ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi. Hoş, gitmek de istemiyordum zaten. Gözyaşlarım dökülmüştü şimdi de. Neden ağlıyordum ki? Jimin ağladığımı fark edince elindeki telefonu bırakıp yanıma gelmişti. Elleri yanaklarımda; usulca siliyordu yanaklarımı ıslatan yaşları. Dudaklarımdan hıçkırık firar etmişti. "D-durdurmam la-lazım."
Hoseok, Namjoon'u tutmaya çalışıyordu. Kavgaya dahil olmasa da öyleymiş gibi duruyordu buradan bakınca. Kapı sonuna kadar açık olduğundan bizi fark eden Yoongi arabasından indiği gibi resmen koşarak içeriye girmişti.
Yoongi ayırmayı başarmıştı. Hoseok, Namjoon'un kolundan tutup sürükleyerek onu oradan uzaklaştırmıştı. Jimin'in yanından ayrılarak Keeho'nun tam karşısına geçmiştim. Yüzü çok kötü gözüküyordu ve ben Jungkook'a bakmaya korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mélancolie | Taekook
Fanfiction"Dünyaya ait değilim. Olan bu, bir şey beni başka insanlardan ayırıyor. Döndüğüm her yerde kaçışımı engelleyen bir şey var."