GİRİŞ

16 3 0
                                    

GİRİŞ

(15 Mayıs, 2003)

''Ben istediğim zaman saçlarımı hep böyle okşar mısın anneanne?'' dedi anneannesinin dizlerine yatmış, saçlarını dizlerinin üzerine dağıtmış olan Efnan. Anneannesi, yaşlılığın getirdiği kırışmış olan parmaklarını kucağında yatan torununun yumuşak saçlarına geçirdi.

''Tabii ki okşarım güzel kızım, sen yeter ki iste,'' dedi paslanmış sesiyle. O kadar yaşlıydı ki gençliğinde cıvıltıyla çıkan ince sesi artık derinden ve boğuk bir şekilde geliyordu.

Anneannesi her geçen gün gözlerinin önünde daha fazla yaşlanıyor ve daha hızlı çöküyordu. O, bu duruma her ne kadar üzülse de bunu belli etmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Ama nihayetinde o da fâni bir canlıydı. Sonunda öleceğini bilmek onu çok fazla üzüyor ve kalbini kırıyordu.

''Beni hiç bırakmayacaksın değil mi anneanne?'' dedi yerinden doğrulan küçük Efnan. Anneannesinin gözlerine öyle bir bakıyordu ki; sevgisi koca bir düşman ordusu yerle bir edebilecek güçteydi. Annesinden bile daha çok seviyordu onu.

Anneannesi güzel gözlerinin derinliklerine baktı. İsmini gözlerinin güzelliğinden alıyordu. Zaten anneannesi koymuştu ona adını. Doğduğu andan itibaren Efnan, diye fısıldamıştı kulağına. Cennetteki güzel gözlü kız diye seslendi ona. O zamandan beri sanki gözleri adıyla bir bütünmüş gibi neşeyle parlıyordu.

''Evet,'' dedi ebruli renk gözlerine bakarak.
''Ben seni hiç bırakmayacağım.''

Bu kez gözleri dolarak, ''Peki sen öldüğün zaman kim benim saçlarımı okşayacak?'' dedi Efnan dudaklarını büzerek. Torununun bu sorusu onu da hüzünle doldurmuştu.

Derin bir iç çekip karşısında merakla iki dudağının arasından çıkacak kelimeleri bekleyen torununa baktı. Dudaklarını zorla yukarı doğru kıvırdı. Kırışmış parmaklarını bu kez Efnan'ın tombul yanaklarına götürdü.

''Merak etme kuzucuğum,'' dedi. ''Eğer ben ölürsem beni kalbinde taşı olur mu? Çünkü insan sevdiklerini kalbinde taşırsa onları her zaman yanında hisseder.''

''Ama ben seni nasıl kalbimde taşıyabilirim anneanne? Benim kalbim bak bu kadar,'' dedi sıktığı yumruğunu göstererek. ''Sense kocamansın. Yumruğu bırak benim vücuduma bile sığmazsın.''

Bunun üzerine anneannesi kocaman bir kahkaha attı.

''Ben ona inanmıyorum güzel kızım. Senin kocaman bir kalbin var,''

Efnan, işaret parmağını çenesine koyup düşünür gibi yaptı. ''Peki ben seni nasıl kalbime koyacağım?''

''Beni kalbinde hisset sadece. Beden ölür, ruh kalır. Bedenim olmasa bile ruhum hep seninle kalacak. Benim ruhum da senin o yumruk kadar kalbine sığabilir.'' dedi.

''Peki sen ölürsen, seni tekrar diriltebilir miyim?'' güzel gözlerini bir an bile kırpmadan merak ettiği sorunun cevabını öğrenmek için anneannesinin gözlerine bakıyordu.

''Kim bilir, belki bir mucize bozabilir ölümü ya da gönlünü ferahlatıp dinlendirebilen bir sevgi.''

Bir süre torununun güzel yüzünü izledi. Sonra gözleri yavaşça boşlukta kayboldu.

Göğsünün içinde ağır aksak atan kalbini artık hissedemiyordu minik parmakları. Telaşla anneannesinin hala sıcak olan yanaklarını tuttu. Uzanıp sulu öpücükler bıraktı oralara ama hareket etmedi. Ya da ona şaka yaptım demedi.

''Bak, ben seni şimdi kalbimde hissediyorum işte. Hani seni kalbimde hissedersem her zaman yanımda olurdun,'' dedi minik parmakları kendinden beklenmeyecek büyük bir şiddetle anneannesinin omuzlarını sarsarken.

Ama hala ona bir cevap vermiyordu. Yanaklarındaki kan yavaş yavaş çekilirken bile onu uyandırmak için çabalıyordu.

''Hani ölümü sadece bir mucize bozabilirdi. Nerede o mucize, neden gerçekleşmiyor?'' dedi gözlerinden gelen bir damla yaşla beraber.

Belki dedi içinden. Uyuyan güzel masalındaki gibi gerçek bir sevgi öpücüğü bozabilirdi ölümü. Belki de aradığı, anneannesinin bahsettiği mucize oydu.

Uzanıp bu kez daha içten bir şekilde öptü onu. Ama yine uyanmadı.

''Belki de kötü cadı ona büyü yapmıştır. Yüz yıl sonra mı öpmem gerekiyor uyanması için? Ama yüz yıl çok fazla bir süre. Ben şimdi uyanmanı istiyorum anneanne, lütfen uyan.'' Dudaklarının arasından peşin sıra çıkan hıçkırıklar yüzünden doğru dürüst konuşamıyordu bile. Minik bedeni öyle çok sarsılıyordu ki, annesi korkulu gözlerle kızının yanına geldi.

Annesini görünce ona sarıldı ve daha kuvvetli hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Annesinin dolmuş gözleri kanepede sadece cansız bedeni duran, ruhunu çoktan torununa miras bırakmış olan annesine baktı.

Efnan, anneannesinin ona verdiği isim suretiyle bu kez de ağlamaktan parlayan gözlerini annesine çevirdi.

"Bana yalan söyledi anne,'' dedi burnunu çekerek.

''Mucize denilen şey tamamen yalan. O benden anneannemi çaldı. Mucize diye bir şey yok, eğer varsa bile hayat durup bir mucize bekleyecek kadar uzun değil.'' tekrar burnunu çekti.

Efnan artık şunu çok iyi biliyordu, mucize diye bir şey yoktu.

Mucizeler yalandı...

EFNANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin