1 :: fırtına tutulması

62 9 24
                                    

1 :: fırtına tutulması
I

Sadece bir an, varla yok arası bir kabullenmişlikle, zihninde biriken hayırları bir kenara bıraktı; inkârlarından soyundu genç adam. Şafak vaktinin alacakaranlığında, tıpkı bir bilge gibi; kendi içine sığmayı başaramayıp, enikonu dışına taşan ve çevresindeki her şeyi, ayırdımsız bir adaletle aydınlatan güneşin, aç bir fırtınanın avucunda un ufak olmasından duyduğu huzursuzlukla, karşı koymaksızın, korku dolu bir teslimiyetle, ayaklarını prangalayan kasaba efsanesinin gerçek olma ihtimalini düşündü. Bir ağıtın mahvedici ezgileri yumuşak, pek dolgun olmayan dudaklarına yayıldı ve sonra: Renkora deliriyor. Dili damağında kanatlandı. Renkora iştahlı. Boğazındaki yakıcı sıvı dokunduğu her yeri talazlandırarak genzinden aşağı aktı. Renkora şehvet istiyor. Kalp biçimli dudaklarının üstü iğne batırmışçasına, her bir oyukta, için için sızladı. İstediğini almadığı sürece durmayacak. Renkora aç ve ölüme oruç.

Sanrılı bir ürperti, yalın ayaklarını yalayıp kıvrımlı kirpik uçlarına kadar zayıf bedeninde iz sürdü, henüz yirmilerinin başında olan oğlanı, en derin korkularından yakalamak istercesine titretti, soğuk nefesini kalın ensesinde gezdirdi. Oğlan yutkundu. Yüksek tavanlı, ferah ve açık renklerin beyaz duvarlara karıştığı atölyesinde yalnız, esrik bir zihinle ayakta dikilmiş, çoğunluğu yıkılmış kale duvarlarının üzerine inşa edilmiş evinden, bir adım ötesini göstermeyen camın karşısında, dışındaki dünyaya ulaşmaya çalışıyordu. Sinirliydi ve çabasının beyhudeliği öfkesini kamçılıyordu. Keskin bakışlarını sürdürdü. Üzüm büyüklüğündeki dolular temperli camların kırılma noktasını test edercesine hınçla darbelerini pencerelere indiriyor, bir sokak kavgasında, kendini kabadayı olarak addeden fakat yalnızca isyankar bir genç olan, mahallenin korkulu rüyası bir oğlanın, bir süredir gözüne kestirdiği, her hareketinde ayrı bir iticilik ve dövme bahanesi bulduğu düşmanını, kavganın sonunda yenilgiye uğrattığını mahalledeki herkese duyurmak istercesine, fiziki acının yanında yerde haksız yere dayak yemenin acısını çeken oğlanın yüzünü kanlara bulaması ve görüşünü bulanıklaştırması gibi, iri dolular da tipi içindeki çerçöple manzarasını kirletiyor, puslu manzaralar görmeye alışık olduğu pencereyi şeffaflığından koparıp, katılaştırıp, bir duvara eviriyordu.

İçindeki huzursuzluk boylandı, irileşti, devleşti, bedenini kavradı. Uzun, ince parmaklı, damarları belirgin eliyle gözlerine kadar inen dalgalı saçlarını dağıttı, hızlı hızlı karıştırdı, yetinmedi, huzursuzluğu yılan görmüş at gibi şahlandı, oğlan öteki elini de işin içine katıp siyah saç tutamlarını avuç içlerine aldı, yumakladı, telaşlı hareketlerle ovarcasına okşamaya başladı. Bir şeyleri hissetmek istiyordu. Doğayla iç içe geçtiği, ondan bir parça olduğunu bildiği fakat görkemli öfkesi karşısında küçüldükçe küçüldüğü, onun büyüklüğünden ırak düşmenin, bir sevgiliden yahut Dante'nin Floransa'sına duyduğu özlemle yarışacak bir özlemle, vatanından koparılmanın yarattığı sürgün hissiyle baş edemediği bu anlarda, başka bir nefese ihtiyaç duyuyor, kendi bedeninden başka bir gerçekliğe sahip olmamasından mütevellit bir açlıkla da çareyi kendine sarılmakta buluyordu. Yapayalnızdı. Bedeni büküldü, sırtı parmak parmak oldu, kürek kemiği elleşti, dua edercesine yükseldi çıkıntıyla, kamburlaştı oğlan, başı ahenkle öne düştü. Vücudunun zayıflığında mağrur bir zariflik doğdu.

"Kes şunu," diye bağırdı ansızın. Bacakları, çayırlıklarda açan ince saplı papatyaların, geleceği yakından sezilmezken, birdenbire başlayan esintinin dokunuşlarıyla, toprağın üstüne çıkmış köklerinden taç yapraklarına dek kâğıt gibi dalgalanmasına benzer bir salınmayla titredi. Hükümran doğanın uğultusuyla insanlığının arasında gidip geldi tarazlanan sesi, ilkin sağında kalan zümrüt yeşili koltukta yutuldu pes sesi, ardından duvarlara yankısı bulaşan kelimeleri fırtınaca bastırıldı. Çatık kaşlarıyla gölgelediği gözlerini geniş camları döven kar fırtınasına dikti, güneş görünmüyordu, öyle ki günışığı grileşmiş, kara benzemişti. Sıkıldı. Tiksindi. Güneş fırtınaya tutuluyor, diye geçirdi aklından. Bu bir fırtına tutulması. Görkeminden şüphe etmeyeceğimiz, varlığını yadsıyamayacağımız şeyler bile bir süreliğine son buluyor. Çift kapaklı gözü seğirdi. Peki ya, bu içimdeki acı neden hâlâ nefes alıyor? Niçin bir an olsun yok olmuyor? Kollarına tırnaklarını geçirdi bilinçsizce, derisi değirmi beyazlıklarla beneklendi. "Hükmündeki görkemden nefret ediyorum, kes şunu!" Nazı geçtiği birine, alınmayacağını ve kabalığını hoşgörüyle karşılayacağını bilmenin verdiği rahatlıkla, sitem edercesine küstah ve edalıydı. Hıçkırdı. Kelimeleri dilinde çağıldadı, yankılandı ve çoğaldı. "Nefret ediyorum, nefret ediyorum." Ağlamaklıydı.

geyikler çiçek açtığındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin