"Bence büyü ne biliyor musun? Yaşadığımız her anın bir olasılıktan ibaret olması. Bir sonraki adımım için milyonlarca olasılık var ve sonraki için de. İçlerinden biri sarhoş olsa, bir yıldız gibi kaysa bambaşka bir hayatta bulacağım kendimi. Bu büyüleyici ve büyüleyici şeyler nasıldır bilirsin. Bir o kadar korkutucu. Kalbin sakin duramaz, kulaklarının arkasına biri yerleşmiş gibi hissedersin. Ne anlatıyorum ben değil mi? Dile gelsen de benden yakınsan mio caro."
Boğulmakta olduğun andan uyanış. Balıklar böyle mi hissediyordu? Balık mıydı bilmiyordu fakat kafayı epey bulmuş olmalıydı. Zihninin bu kadar harika olabileceği aklına gelmezdi. Bu canlı renklerin hakim olduğu trenin içerisinde, elinde tuttuğu defter ile bir rüyada olduğunu düşündü. Sık sık rüya görmezdi. Onlara rüya da denilmezdi. Koşup durduğu, sonunu bildiği anların tekrarı içinde kaybolduğu kabuslardı. Bu ise, bu kendi rüyası olamazdı. Kafayı bulmuş muydu ki? Muggle benzeri uyuşturuculardan haberi vardı ve Merlin bilir, onları denemesine şu kadarcık kalmıştı. Belki artık merakı kovalamayı bırakıp, yakalamaya karar vermişti. Ya da Tanrı, "evlat acı çekmen hoş fakat gözlerim iyi görmüyor, daha renkli bir dünyaya ne dersin?" demiş olmalıydı. Güldü bu fikirle. Başı iki yana sallanmış ve hemen yanındaki yansımayı fark etmişti. Bu, bu kendisi miydi? Elindeki defteri kapatıp kalkmıştı ayağa. Vagon kapısını açıp kendisini dışarı attığında, ayağını çarpması bir olmuştu. Ve acı hiç bu kadar gerçek değildi. Pekala, her ne ile kafayı bulduysa iyi para vermiş olmalıydı. Adımları hızla ilerlerken ne arıyordu bilmiyordu. Birilerini görmek? Uyanmak? Hayır, kesinlikle uyanmak istemiyordu.
"Bay Lettiere bir sorun mu yaşadınız?"
İşittiğim ses ile dönmeli miydim yoksa görmezden mi gelmeliydim? Lettiere de kim oluyordu? Galleon karşılığı rüya tasarlayan öğrencilerin deneği mi olmuştum yoksa?
"Bay Lettiere?"
Bu sefer sese yanıtsız kalamamış, kendimi tamamıyla çevirmiştim. Gördüğüm kişiyi ilk görüşümdü. Tatlı bir sesi vardı ve bu bir nebze beni rahatlatmıştı.
"Hayır, biraz hava almaya ihtiyacım vardı."
Karşılığında aldığı sıcak gülümseme yavaş yavaş uzaklaşırken kendisinden, sırtını cama yaslamış ve derin bir iç çekmişti. Sesi bile garipti. Yumuşak? Zarif ve mutlu bir sesti. Kendisine yakıştıramamıştı. Bu rüya ne kadar acımasızdı. Olamadığı, belki olmak da isteyeceği birisi haline dönüşmüştü. O zaman kendisi olur muydu? Kendim olmak istiyor muydum ki? belirmişti zihninde. Eğer ben ben olmayı istemezsem, kim benim yerime olacak? Merlin, bir içki. Ne olduğu önemli değil ama ben rüyalarımda bile ayık kafayı çekemiyorum.
Vagona geri döndüğünde gözleri az önceki deftere kaymıştı ve hemen yanındaki kahverengi posta çantasına. Kendi giydiği kıyafetler de kahverengi sayılırdı. Baştan aşağı kendine baktığında, bir iç çekiş daha belirmişti.
En azından daha uzun olsaydım.
Bu neden illegal hissettiriyordu? Birini öldürüp yerine geçmiş değildi, değil mi? Bu ne zaman biteceğini bilmediği bir rüyaydı. Ya da bir önceki yaşamı kabustu ve şimdi uyanmıştı. Hadi canım, yok artık. Bu fikre kahkaha atarken, bedenini koltuğa bırakmıştı. Çantanın içindekileri bakınırken, eline ilk gelen bir zarf olmuştu. Üzerinde Elias Lettiere yazıyordu.
Elias. İsmi bu olmalıydı İsmim?
Parmakları ismin üzerinde gezindiği sıra, gözyaşları eşlik etmişti parmaklarına. Yutkunurken zorlukla, neden ağladığını düşünmemek için, zarfı hızlıca açmıştı. Kendisinden uzaklaştırmıştı ve Merlin bilir bu gözyaşlarının duracağı yoktu. Yıllanmadan yüzünde derin çizgiler oluşacaktı.
"Bay Lettiere,
Merakınız beni oldukça mutlu etti. Araştırmalarınızı sürdürebilmeniz için dileğinizi gerçekleştirmek konusunda yardımım dokunuyorsa ne mutlu bana. Ailemize miras kalan kütüphanemizde ve Londra'nın gizeminde kaybolmanız dileğiyle.
Kaybolmaya olan tutkunuz bir hayli güldürdü beni, söylemeden geçemeyeceğim.
Bu süreçte evimde kalabileceğiniz...
...
A. Thompson
1956 Mayıs
1956 mı?
Gözlerini kırpmıştı birkaç kere. Islaklık onu yanıltmış olabilirdi. Mektubu bir kenara koyup, gözlerini kurutmuştu ceketinin koluyla. Yeniden baktığında, içindeki ses gözlerini devirmişti. Her şey tamam ama yıl mı sorun senin için? Bazen bu kadar zeka ile nasıl yaşadığını merak ediyorum. İç ses mi demişti? Ölü ses diyebilirdik ona. Bu zaten geçici, 1956'yı da görmüş değilim. En kötü ne olabilir ki?
En kötü ne olabilir?
------
Bu hikaye nereye gidecek en ufak fikrim yok. Yazarken şekilleniyor, birlikte göreceğiz.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
wait by the river | tomarry
Teen FictionRüzgar onu nereye sürüklerse oraya süzülen, hiçbir gücü bulunmayan yaprak parçasına kaydı gözleri. Ne çok benziyoruz birbirimize, güldü bu benzerliğe. Bir isim vermek istedi o yaprağa ve sahiplenmek. Ardından bu fikirden vazgeçti. İsimsiz olmak özg...