D.N.B.M! -2

109 13 4
                                    

Park Jin Young çok iyi biriydi. Beni sanatçılarıyla tanıştırmış ve bir ev vermeyi teklif etmişti. Teklifini nazik bir şekilde geri çevirmiştim. Bana yardım edeceğini, ihtiyacım olursa çekinmeden arayabileceğimi söylemişti. Şirketten çıkarken biri bana seslendi.

- Melisa?

Dedi biri. Arkamı döndüğüm de bu Mark'dı. Gülümsedi.

- Nereye gidiyorsun?

- Büyükannemin evine.

- Biliyorum, seni götürmemi ister misin?

- Olmaz! Sana iş çıkarmak istemem.

Dedim. Kaşlarını çattı ve valizimi elimden aldı. Diğer eliyle bileğimi tuttu.

- Gidelim!

Dedi. Beni de peşinde sürüklerken çevredeki insanların bakışları umrunda değil gibiydi...

Büyükannemin evine gelmiştik. Arabadan indim. Burada bir sürü anım vardı. Valizimi sürüklerken geniş ve cennet tasviri olarak adlandırdığım bahçeyi görünce gülümsedim. Burada büyükannemle mutlu anılarımızı görebiliyordum. Her zaman işim olmazsa büyükannemin yanına Güney Kore, Seul'a gelirdim. Burayı seviyordum. Büyük babam öldüğün de uzun bir süre buradan gitmemiştim. Bahçe kapısını açtım. Paslanmış ve gıcırtılı kapı açılırken bana hoşgeldin diyordu. Her şey çok güzeldi. Canlı ve renkli. Çantamdan anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. Kapı 'Klik' sesiyle açılırken karanlık eski eve girdik. Kapıyı Mark kapattı. Etrafıma bakarak odama gittim. Odam eskisi gibiydi. Açık mor tonlarında posterlerle dolu, beyaz yatağımın karşısın da ki beyaz ve kahverengi gardıroba baktım. Komidimin üstünde büyükannemle resmim ve siyah bir lamba vardı. Valizimi koydum. Odamdan çıktım. Yan taraftaki büyük annemin odasına gittim. Kapıyı açtığım da büyük annemin vanilyalı kokusu beni karşılamıştı. Duvarlarda hep ikimizin resmi vardı. Eski kahverengi çift kişilik yatağı ve beyaz gardırobuna baktım. Büyükannem kalp hastasıydı. Makyaj masasında duran gümüş tarağı elime aldım. Büyükannemin saçlarından bir kaç tel üstünde kalmıştı. Tarağı yerine koyup, aşağıya indim. Mark yanıma geldi.

- Evin perdelerini ve camlarını açtım. Umarım kızmazsın.

- Teşekkür ederim.

- Artık gidelim mi?

Dedi. Kafamı olumlu anlam da salladım. Anılar dolu, hüzünlü tek katlı evden çıktık. Kapıyı kitledim. Mark bahçe kapısını açtı. Dışarıya çıkınca arkamızdan kapattı. Arabanın kapısını açtı, arabaya bindik ve uzaklaştık...

Hastaneye gelmiştik. Gelir gelmez bize koruyucu giysiler giydirmişler ve Morg'a getirmişlerdi. Büyükannem'i gözleri kapalı ifadesiz bir şekilde görünce gözlerim doldu. Ağlamamalıydım.

- Bu mu?

- Evet.

Dedim. Ağlamamak için kendimi tutuyordum. Morg'dan çıktık. Hastane kıyafetlerini çıkardık. Ben hastane ve cenaze masraflarını öderken Mark'da geri kalan işlemleri hallediyordu. Mark elimi tuttu.

- Seni bir yere götüreceğim hadi!

Dedi ve beni çekiştirerek hastaneden çıkardı. Arabaya bindik. Mark arabayı çalıştırınca elimi bıraktı...

Mark beni ormanın içinde bir uçurum kenarına getirmişti. Arabadan indik.

- Kötü hissedince hep buraya gelirim.

Dedi. Göz yaşlarımı daha fazla tutamadım ve ağlamaya başladım. Mark bana sarıldı.

- İstediğin kadar ağla. Ama bundan sonra bir daha ağlamak yok!

Dedi. Ona sıkıca sarıldım. Bu iyi hissetiriyordu. Bir erkek'den destek almayalı uzun zaman olmuştu.

- Ne olursa olsun, ne zaman istersen. Aramızda kilometrelerce mesafe olsa bile beni arasan hemen gelirim. Bir omuza ihtiyacın olursa benim yaptığım gibi beni bul!....

Do Not Blame Me!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin