0.6 | bir

223 26 119
                                    

5 gün sonra...

"Raporları bana göndermeyi unutma."

Kafamı yorgun bir biçimde sallayıp elimdeki tabletle beraber dışarı çıktım. Saatlerdir dört duvar arasında durmaktan beynim uyuşmuştu. Günlerimin birbirinin tekrarı olduğunu düşününce de biraz hava almanın iyi hissettirmesini umuyor, istiyordum.

Gökyüzünde gezdirdim bakışlarımı. Dün gece, henüz kasım ayında olmamıza rağmen inanılmaz bir yağmur yağmıştı ama bugün ona dair hiçbir iz yoktu etrafta. Çimler kuru, hava güneşliydi.

Kapalı havalarda çoğu zaman depresif oluyordum ama bugün güzel başlamıştı. Tüm sorumluluklarımdan kaçıp değişik bir şeyler yapmak istiyordum ama yapabildiğim en değişik şey raporları Türkçeye çevirip anlamaya çalışmak olduğundan manasız bir istekti benimki.

Zevkler ve renkler tartışılmaz, lütfen...

Görüş açıma ani giriş yapan kahve bardağı ile beraber başımı hafifçe kaldırıp bardağın sahibine baktım. Elbette kıvırcık saçları, esmer teni ve benden en az 10 santim uzun boyuyla 20 numaradan başkası olamazdı bu kişi.

Uzattığı kahveyi alırken "Yorgun gözüküyorsunuz." dedi tok bir sesle. Yorgun gözükmediğim tek bir gün var mıydı ki? Eve 12'ye yakın gidiyor, sabah 7'de tesislerde oluyordum. Gün içinde yaptığımız en ağır antrenmanların bile toplamı 5 saatti ve geri kalan 16 saatte ne yaptığımı açıklıyordu bu durum. Analiz yapmaktan ve istatistik incelemekten maalesef ki bıkmıştım.

Tüm bu çalışmamın, telaşımın sebebi pazar günü oynanacak derbiydi.

Normal maçlarda da fazla mesai yapıyordum fakat bu kez fazla fazla mesai yapmıştım resmen. Türk oyuncuların kendi aralarında yaptıkları her konuşmada derbinin öneminden bahsetmeleri, kendimi ek mesai yaparken bulmama sebep oluyordu ve tamamen istemsiz gelişiyordu bu durum.

"Çünkü yorgunum." dedim Gustavo'ya doğru. Daha önce de bahsettiğim gibi burada yaşı bana yakın olan az kişi vardı ve Gustavo da onlardan biriydi. Günler önce öylesine ortaya atılan bir konu üzerine konuşurken onun da sohbetinin sardığını fark etmiştim. Aynı gün birkaç saat boyunca konu konuyu açmıştı ve hiç sıkılmadan muhabbet döndürmüştük. Futbol hayatında fazla disiplinli ve profesyonel olsa da gündelik yaşantısında gayet konuşkan biriydi Luiz Gustavo. Ayrıca benim jenerasyonumdandı, bu da bir artıydı ikimiz için.

"Neyse ki mesainizin bitmesine az bir süre kaldı..."

"Sen öyle san." dedim kahvemden bir yudum almadan hemen önce. Şekersiz, filtre kahveydi ve keskin tadı yavaştan bastırmaya başlayan uykumu yok etmişti anında. "Derbiye 48 saat var. Bu da demek oluyor ki 48 saatten fazla, ek mesai yapacağım."

Tamam, biraz abartıyordum.

Biraz.

Çok değil.

Nefes almak ve uyumak gibi ihtiyaçlarım bu sürenin dışındaydı.

"Size kolay gelsin," dedi Gustavo. Benim fazla mesaimden bütün oyuncu grubuna pay biçmiş olacak ki, "Bize de..." diye ekledi hemen.

Çok kısa bir an, dişlerimi gösterecek şekilde güldüm. Sadece maç gününden sonraki antrenmanlarımız normal tempoda geçiyordu. Normal maçlarda bile yüksek tuttuğumuz tempoyu derbide arşa çıkarmıştık.

Çünkü karşı taraf da tam olarak böyle hazırlanıyordu.

Gustavo başka bir arkadaşına bakmak üzere yanımdan ayrıldığında ben de zehir zemberek kahvemin sonuna gelmiştim. Son yudumu alıp çöpe basket attım karton bardağı ve eş zamanlı olarak "Baskette de yeteneklisiniz." dediğini duydum birinin. Ses biraz uzaktan gelmişti. Arkamı dönüp baktığımda tam da tahmin ettiğim kişi olduğunu gördüm.

maestro | josé ernesto sosaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin