1 mg

125 12 29
                                    

     Geceleriniz dinlenmek için olabilir. Hayat bende öyle işlemiyor. Hayatın kendisi ve içindeki küçük şeyler... Ne onlar bana uyuyor ne ben onlara.

     Gece ve gündüz, mevsimler, kamu binaları hatta pantalonlar. Her şeyi kendime uydurmam gerekiyor. Aldığım her yeni pantalonu terziye götürmem, mahçup bir şekilde gülümsemem ve şöyle demem gerekiyor "iki parmak kısaltın" ya da üç parmak, öyle bir şey.
"Nasıl iki parmak?"
Bir şey söylemeden elimi uzatıyorum. Gözleri önce yenmiş tırnaklarıma kayıyor, sonra tombul parmaklarıma.
"Tamam." Gözlüklerini takarken gözleri kısılıyor, tamam. işte bu. Artık gidebilirim.
"Akşama alırsın."

     Yürümeyi unutmuş gibi çıkıyorum dükkandan. Kulaklığımı taktım. Yağmur bastırdı çantama geri koydum. Diyorum ya, uyumsuzuz. Kimi arkadaşlarım yağmurda yürümeyi severler. Eski sevgilim de severdi. Onlar hayata ayak uydurabiliyorlar. Ben yağmuru yalnız izlemeyi severim, bir pencereden. Aramızda bir engel olsun. Yağmura yakalanmayı sevmiyorum. Hayata da. ikisini de sadece dışarıdan izlemeyi severim. O kadar. Yağmurun altında kalırsam bir şemsiye açmam gerekir ve eğer hayatta kalırsam da kira ödemem, ev sahibiyle kavga etmem ve sırf sosyalizmden bahsetmek için sarhoş olmam gerekir.

     Bu yüzden kendimi dışarıdan izlemeyi tercih ederim. Perlü, daha fazla ıslanmamak için karşı kaldırımdaki kafeye girdi. "Selam," pencere kenarındaki bir masayı gözüne kestirdi. işte bunun gibi. Böylece kendime katlanmam gerekmiyor. Fakat şimdi sipariş vermem ve baristoya gülümsemem lazım. Dudaklarına iltifat etmeli miyim? Hayır tabii ki. Çok konuşma, ne istediğini söyle yeter. "Bir büyük boy Cold Brew alabilir miyim?" Neden? Kahve bir kişilik özelliği değil, biliyorum. Bırakmaya çalışıyorum.

     Burası ucuz diye sık geldiğimiz bir yer. Biz yani kaygı ve uyku bozuklukları olan diğer öğrenciler.

"17 lira 90 kuruş." Nakit. Cüzdanımı bulmak için çantamı kurcalıyorum. Arkamdaki kadın beni süzüyor. Buldum. Açım aslında. Neyse.

"Perlü! Nasılsın? Gel buraya otur." Eliyle sandalyeyi işaret etti. Kısa parmakları var. Kahveyi alıp yanına gittim.
"Selam Talya. Uzun zaman oldu."
"Sahiden öyle... Ne okuyorsun?"
"Özledim seni." Geçiştirircesine söylüyorum bunu.
...çantamı bıraktım. Bunu mu diyor? Muhammed Jean Veneuse.
"Ben de seni." Sahiden mi?

     İlk derse geç kaldım. Elimdeki dosyayı alıp kurcalamaya başladı.
"Ödevin mi?"
"Ödev yaptığımı ne zaman gördün?"
"Seni en son ne zaman gördüm ki?" Zamana uyamıyorum, o da farkında. Her şeyin paçasını kısaltmam gerekiyor, zamanın da. Midem bulanıyor.
"Derse yetişmem lazım, sonra yazışalım."
Eşyalarımı toplayıp çıktım.

***

     Yürü, yürü, yürü. Yetişmemiz gereken ne varsa dikkatimizi dağıtmak adına uydurduğumuz şeyler. Meşgul olmak istiyoruz. Üstüme kahve döküldü. Yağmur dinmek üzere. Kulaklığı çantamdan çıkardım. Can sıkıntısını dinledim. Şu sıralar müzik dinlemek kulağımı bir deniz kabuğuna dayamak gibi, içimde olanların yankısı. Bildiğinden fazlasını okuyamamak misali.

Mutsuzum çünkü dershaneye birinin elini tutarak gitmek istiyorum. Gözlerim doldu. Ne diyordum? Bu hayata uyum sağlayamıyorum. Binanın önüne geldiğimde durdum ve kahveyi yere bıraktım.

"Bir dal verir misin?"
"Al bakalım."

Nefes al, nefes ver. Ekonomi konuş. Toplumsal şikayetlerin falan filan... sonra hepsini topuklarınla ez. Nereye kadar? Bilmiyorum. Sinirliyiz, binaya birlikte giriyoruz.
"Kesin yazıldık." Asansör aynasında kendini izliyor. Göründüğünden daha hassas. Asansör birinci katta duruyor. Ona da sinirleniyoruz. "Bir kat inemiyor musun?" Kat bomboş. En azından ortak öfkelerimiz var.

Sırtımı aynaya dayıyorum. Ağız kokumu bastırması için karpuzlu sakız çiğniyorum. Acıktığımı hatırladım.
"Kahveyi aşağıda unuttum."
"Tüh...dersten sonra yemeğe gidelim mi?"
"Et yemiyorum. Hem terziye uğramam lazım." işte, sekizinci kata geldik.

Tak tak. "Çok özür dilerim, yağmura yakalandım." Gülümsedi. Eliyle mühim değil dercesine bir işaret yaptı.
"Girebilir miyim?"
"Gel."

Bu Akif hoca. Bölgesel kelleşme, babacan haller, orta yaş krizi... Pınar bana gülümsedi. Onun önüne oturdum. Kızlardan hoşlandığımı biliyor mu? Dudak nemlendiricisi sürmüş. Dirseğinin altında 'Pride and Prejudice' var. Kaç kere okudu bilmiyorum. Bir parçası gibi artık.
"Okumadın dimi hâlâ?"
Çekinerek sırıtıyorum. Okumadım Pınar. Beni her gördüğünde soruyorsun. "Bitirmem gereken kitaplar var."
"Mesela?"
Önüne dosyamı koydum. Toplu makaleler. Roman okuyamam.

Gözleri parlıyor. Önüme döndüm. Görmek istemiyorum. Berbat bir yazarım, güzel şeyleri anlatamam. Kulaklığımı çıkardım. Müzik duralı çok oldu.
"Çıkabilirsiniz."

risperdal Where stories live. Discover now